Posted by nurveyasam | Filed under Uncategorized
İnsanın manası kendi içindedir….
28 Pazar Tem 2013
28 Pazar Tem 2013
28 Pazar Tem 2013
Posted Uncategorized
in
İnsanlar doğarlar, büyürler, çalışırlar, kazanırlar, yer, içer, eğlenirler, soylarını sürdürür, sonra ölürler. İnsanların bazıları, hayatta herkesin yaşadığı olağan mutsuzluklar dışında, yapılması gerekenleri yapmış olmanın huzuru içinde mutlu ölürler. Ne mutlu onlara.. Pek çoğumuzun kendi kendine sorduğu bir soru vardır: Hayatın anlamı nedir ? Bu soruya yeryüzünde yaşayan her insan farklı bir cevap verecektir. Çünkü herkes hayatı kendi değer yargılarına göre anlamlandırır. Herkesin kişiliği, karakteri, dünya görüşü ve hayalleri farklıdır. Ancak az bir kesim insanın anlam arayışı üzerine düşünür ve sorgular. Farklı kültür ve inançlara sahip , dünyanın değişik yerlerinde farklı paradigmalar oluşturan insanlar, ortak tek bir düşünceye odaklanırlar: İnsan neden dünyaya geldi, yaşamın anlamı sadece doğum ve ölüm arasında ki kısacık bir döngüden mi ibaret ?
Gerçekten de, hayatın anlamlı olduğunun farkına vardığımız en önemli anlardan birisi, yaratıcı yeteneklerimizin bir şekilde etkin olduğunu, işe yaradığını, ortaya “başarı” diye isimlendirebileceğimiz bir sonuç çıktığını gördüğümüz anlardır. Bunun adı Kur’an’ın ifadesiyle “salih amel/iyi işler”dir. Bu bir makale olabilir; bir resim olabilir; çiçeklerle dolu bir bahçe olabilir… Sevgiyle pişirilen, sevilenlerle birlikte yenilen bir yemek olabilir. Diktiği elbise, müşterisi tarafından beğenilen terzinin keyfine diyecek yoktur. Bilim adamı, ömrünü adadığı bir gerçeği “anlaşılır, açıklanabilir” hale getirdiğinde, omuzlarına çöken asırların yorgunluğundan birdenbire kurtulduğunu hisseder; “buldum, buldum” diyerek sokaklara fırlayabilir. İnsan, kendi varlığının farkına varıp, insan olmanın başlı başına bir değer olduğunu farkettiği andan itibaren, anlam arayışı yolculuğuna ilk adımını atmış olur.
Her şeyi yaratan bir Tanrı’nın var olduğuna inanmak, insanı boşluk, anlamsızlık duygusundan kurtarıyor. Tanrı’nın bağışlayıcı, affedici olduğunu bilmek, insanı günahkarlık ve suçluluk duygusundan kurtarıyor. O’nun yakın olduğunu bilmek, insana ciddi anlamda pozitif enerji yüklüyor. Öldükten sonra tekrar dirileceğine inanmak, insanı “anlamsız bir yokluk” psikolojisinden koruyor; bu hayata sımsıkı sarılmaya, olumsuzluklar karşısında direnme gücü bulmaya imkan sağlıyor. Öyleyse insan anlamı, öncelikle “insan” gerçeğinde aramak durumundadır. Ne derler: “Kendini bilen, Rabbini bilir”.
Hayatın anlamından söz açılınca, Victor Frankl’ı anmamak haksızlık olur. V. Frankl’a göre, “…kişinin yaşamda bir anlama ulaşmasının üç temel yolu vardır. Bunlardan ilki bir eser yaratmak ya da bir iş yapmaktır. İkincisi bir şey yaşamak ya bir insanla etkileşmektir; başka bir deyişle sadece işte değil, ayrıca sevgide de anlam bulunabilir. ..Ancak en önemlisi yaşamdaki anlama giden üçüncü yoldur: Değiştiremeyeceği bir kaderle yüz yüze gelen umutsuz bir durumun çaresiz kurbanı bile kendini aşabilir, kendi ötesine gelişebilir ve böylece kendini değiştirebilir”. Yazarın ‘ İnsanın anlam arayışı ‘ adlı kitabı gerçekten okunmaya değer bir eser.
İnsan beyninin yaşadığı her duruma karşı ne kadar sınırsız derecede anlam yükleme yeteneğine sahip olabileceğinin farkına varıyorsunuz. Yaşadığınız her durumun çok daha kötüsünün olabileceğini ve yaşabileceğiniz en kötü şeyin daha kötüsünün olabileceğini ve yaşanan her şeyin bir anlamı olduğunu anlatıyor kitap.
Kitabı 2 yıl önce okumama rağmen bu psikolog doktorun yazdığı kitap bir türlü hafızamdan çıkmadı. Aslında bizim tarihimizde çok daha fazla örnekler olmasına rağmen, bir psikoloğun kaleminden böyle muhteşem bir kitap okuduğum için kendimi şanslı hissettim hep.
Yazar İkinci Dünya Savaşı’nda Nazi toplama kamplarında yaşadıklarını anlatıyor. Yaşamın en zayıf anında, insan ruhunun çökmesi ve tüm insanlığını kaybetmesi gereken anlarda yaşama ne kadar sağlam tutunabildiğini ve tutunurken o yaşadığı anlara ne tür anlamlar yüklediğini anlatıyor..
Her insan yaşadığı zaman dilimlerine farklı anlamlar yükler. Bu yüzden yaşama genel bir anlam yüklemek anlamsızdır. Bu nedenle önemli olan, genelde yaşamın anlamı değil, daha çok belli bir anda bir insanın yaşamının özel anlamıdır. Tıpkı bir satranç ustasına en iyi hamle nedir? diye soramayacağımız gibi yaşamın anlamını da bir kişiye sormak anlamsızdır.
Çünkü yaşam bize beklemediğimiz tecrübeler sunar. Bu tecrübeler karşısında verdiğimiz tepki kalan yaşamımızı etkilemektedir. Örneğin her gün bir kişinin gaz odasına gönderildiği bir koğuşta normal bir tepki olarak intihar eğiliminin yerine çok daha farklı bir tepki vererek, o anlara inanılması güç anlamlar yükleyerek ve bunları diğerlerine aktararak hayatta kalmak…
Yaşamın anlamı insanın kendisidir. ve insanın kendisini yaşaması yaşamın anlamına kendi cevabıdır. ” Tek kelime ile her insan yaşam tarafından sorgulanır ve herkes, sadece kendi yaşamı için cevap verirken yaşama cevap verir.” diyor yazar.
Yaşamda karşımıza çıkan engeller, umutsuz durumlar, değiştirilemeyecek bir kader daima bizim bunları teker teker bir başarıya dönüştürmek için fırsatlar zinciridir. Böylece çekilen tüm acılar da anlam kazanmaktadır.
Kendi yaşamımda karşılaştığım tüm sorunlara bakış açımı değiştirdi bu kitap. Farklı bakabilmemi ve olaylar karşısında tepkilerimi değiştirmeme neden oldu. Hayatımda o kadar çok zorluklarla karşılaştım ki hala nasıl ayakta durabiliyorum, şaşırıyorum.Üstelik de bir kadın olarak fazladan bir çok yükü de omuzlarıma almışken.Ve ben hala hayata pozitif bakıp, gülebiliyorum. Nasıl mı ? Üç şey benim için önemli : TEDBİR- TEVEKKÜL-TESLİMİYET kısacası Allaha olan sonsuz inancım ve güvenim beni ayakta tutuyor
Sevgiyle kalın
Nur Açan
24 Çarşamba Tem 2013
Posted Uncategorized
inBenim ‘ Ölüme Yakın Deneyim ‘ olarak adlandırılan hikayem 2007 yılında gerçekleşti. Hiç unutmam Nisan ayının 11 . günüydü. Antalya ‘ da üniv. 3 sınıftaydım. Sabah erkenden kalkmış , bütün gece ders çalışmaktan şişmiş gözlerimi açmaya çalışıyordum. Dersim saat 10 gibi başlayacaktı, bende akşam yemeğimi şimdiden yaparsam iyi olur diye düşündüm ve yemek pişerken oğlumun kahvaltısını hazırlayıp evden çıktım. Akşam üstü eve döndüğümde yorgun ve açtım. Birşeyler atıştırdıktan sonra kanapeye uzanma ihtiyacı hissettim ancak başımın döndüğünü de farkettim . Ben dinlenmek için uzandığımda oğlum durumu fark edip iyi olup olmadığımı , rengimin bembeyaz olduğunu söyledi. Ben ise o arada sol kolumun uyuşarak parmaklarıma kadar hissizleştiğini fark ettim. Oğluma kendimi iyi hissetmediğimi yardım çağırması gerektiğini zar zor söyleyebildim. Evde oğlumla yalnız olduğumuz için bir yandan da korkmuştum. Bir an kendimi kaybettiğimi hatırlıyorum tekrar gözümü açtığımda hastahanede müşahade odasındaydım. Oğlum o küçücük haliyle evimizin köşesindeki taksi durağına gitmiş ve yardım getirmiş. Neyse ben müşahade odasında yatarken doktorlar ve hemşireler bir yandan koşuştururken bir yandanda ‘ yazık çok gençmiş , oğlu da kapının dışında ağlıyor yazık ‘ dediklerini duydum. Bir an içimin parçalandığını ve bir damla gözyaşımın sağ yanağıma döküldüğünü hissettim ancak ne gözlerimi açabiliyordum ne de konuşabiliyordum. Sonra birden istem dışı dudaklarını aralandığını ve büyük bir nefesin ağzımdan dışarı çıktığını algıladım. Sonrası benim için yaşanabilecek çok büyük bir tecrübe idi. Çünkü artık tüy gibi hafif ve mutluydum , tarifi imkansız bir huzur içindeydim. Derken bu huzur içerisinde kendimi masada , üzerime bağlı birçok elektrotla çırılçıplak yatarken gördüm. Üstelik dizlerime kadar morarmıştım , hemşire ise morgun hazır olduğunu söylüyordu. Ben ise olan biteni film seyreder gibi seyrediyor ancak anlam veremiyordum. Ben mutluydum , dünyaya ait hiç bir kaygı , dert , ağrı hiç bir şey hissetmiyor , göremediğim ama duyduğum sese doğru çekiliyordum. Geçmiş , gelecek , şu an hepsi birdi ve ben zamansız bu yerden memnundum. Dünyadaki renklere benzemeyen her renkte ama bembeyaz bir ışık her tarafımı sarmıştı , silüetler hissediyordum ve ben artık her şeyi geride bıraktığımın farkında ama mutlu gidiyordum . Sonra yanımda ki ses ‘oğlun ‘dedi ve ‘geri dönmen gerekiyor , daha vaktin dolmadı , zamanı gelince tekrar görüşeceğiz ‘ dedi. Ben ise önce gitmek istemedim ancak bir anda dünyaya ait bir duyguyu ‘ özlem ‘ duygusunu hissettim. O da ‘ oğlum ve kızım’ dı. Birdenbire korkunç bir şekilde hızla bedenime geri döndüğümü ve acı içinde bağırdığımı hatırlıyorum. Sonradan anlatılanlardan bana elektro şok da dahil bir dizi işlem yapıldığını ancak geri dönmediğimi ancak son bir kez daha adrenalin ve şokla nihayet geri geldiğimi öğrendim. Bu olaydan sonra yaklaşık 5 gün yoğun bakımda yattım. Normal odaya geçtiğimde beni ziyarete gelen o günkü hemşirelerle konuştum. Kendileri anlattıklarıma inanamadılar ancak kalbimin duruğu dakikalarda duymamın imkansız olduğu üstelik tıbbi terimlerle beraber anlattığımda bunun bir mucize olduğunu söylediler. Doktorum da kurtuluş tarihimin ikinci doğum günüm olarak kabul etmemi , hayata hoş geldiğimi söylediğinde ne kadar ciddi bir deneyim geçirdiğimi anladım.
Sonuçta kurtulmuştum ve doğuştan kalp hastası olduğumu öğrenmiştim. Kalbin yüzeyinde yer alan LAD ana damarımın 4 cm lik bölümünün kalp kası içerisinde gömülü kaldığını ve tıkalı olduğunu öğrenmiştim. Son bir yıldır ise ilaçlarımı düzenli kullanmama rağmen a ritmi oluştu. Yani gün içerisinde düzensiz kalp atışlarına sahibim. İlaçlarımı yine de düzenli alıyor yaşam şeklime , yediklerime, uykularıma dikkat ediyorum. Geçtiğimiz Mayıs ayında ise ameliyat şansımı yitirdiğimi, ameliyat olmak istersem bile bunun intihardan farksız olacağını öğrendim. Kalbim böyle bir operasyonu kaldırmazmış. Ama olsun ben yine de mutluyum bir kere ölümü tattım inşaallah ömrüm uzun olsun. İşte bu yüzden kötü insanları ve kötülükleri anlayamıyorum. Gelip geçen şu dünyada sevgi en güzel şey , hayat sevgiyle güzel. Ben diyorum ki ruh ölümsüz ama bir tane ömrümüz var. Mutlu olmaya çalışarak bu bir tek ömrümüzü yaşayalım, kimseyi kırmayalım, üzmeyelim , dünyalık için kavga etmeyelim. Hepinizi ÇOK SEVİYORUM hoşçakalın , huzurla kalın….
NUR AÇAN
23 Salı Tem 2013
Posted Uncategorized
in
Sizi yöneten aslında “Bilinçaltınız”
Nasıl bir hayat sürüyorsunuz? Yaşamakta olduğunuz süreç arzu ettiğiniz gibi mi akıyor? Özel ilişkileriniz, arkadaşlık ilişkileriniz nasıl? Patronunuzla ve iş arkadaşlarınızla uyum içinde misiniz? Sağlığınız yerinde mi? Ya ekonomik durumunuz ? Peki her şeyden önemlisi siz “yaşamınızdan ne istediğinizi biliyor musunuz?” Lütfen birkaç dakika bu soruları kendinize sorun.
Bu soruların yanıtları sizin yaşamınız hakkında ne kadar söz sahibi olduğunuzu ve yaşam sorumluluğunuzun ne kadarını elinizde tuttuğunuzu gösterecektir.
Muhtemelen en son soru da duracaksınız ve daha çok düşüneceksiniz. Çünkü genel olarak en büyük sorunumuz budur. Bizler yaşamdan ne istediğimizi tam olarak bilemeyiz. Bildiğimiz zaman ise zaten artık ona sahip olmuşuz demektir.
Bizi yöneten, yaşamımızı yönlendiren nedir? Bunun için zihnimizin yapısına göz atalım. Zihnimiz üç ana bölümden oluşmaktadır. 1.Bilinç, 2.Bilinçaltı, 3.Üstbilinç (Üstbenlik)
Bilincimizin görevleri;
Bilinç düzeyinde aklımız, fikrimiz ve irademizi kullanarak yaşantımızda seçimler yaparız. Bu seçimler çevremizde olup biten binlerce olasılıktan biri olarak yaşamımıza girer. Başlangıçta bilinçli zihnimizle yaptığımız bu seçimler ve kararlar doğduğumuz andan itibaren yetiştiğimiz ve geliştiğimiz dünyamızın donelerine göre gerçekleşir. Nedir bu doneler; ailemizden, okulumuzdan ,arkadaş çevremizden ve iş yaşamımızdan bizlere geçen düşüncelerdir, yargılardır. Bu yargıları bizler biraz sonra değineceğimiz bilinçaltımıza kaydetmişizdir ve bilinç düzeyindeki seçimlerimiz buna göre gerçekleşir. Demek ki bilinç günlük yaşam içinde verdiğimiz kararların ve seçimlerin zihnimize giriş kapısıdır.
Zihnimizin giriş kapısını bir kameranın objektifi gibi düşünelim. Sadece deneyimlediği ve var kabul ettiği üç boyutlu dünyanın bilgilerine göre davranır. Bu bilgileri de beş duyu organın deneyimlerine göre algılarlar. Halbuki bu kameranın objektifinin kaydettiği üç boyutlu dünyamız dışında milyonlarca bilgi vardır ve bunlar bilinçli zihin tarafından algılanmadan direk bilinçaltına kaydolur.
Bilinçli zihnimiz, zihnimizin ortalama %10 nunu oluşturur. % 90 lık bilgi bilinçaltında yer almaktadır.
Bilincimiz egomuz tarafından yönetilen kendimizi korumak için geliştirdiğimiz savunma mekanizmalarının mekanıdır. Egonun çok yükselmesi bizlerin bilinçaltımızla ve üstbilincimizle kuracağı ilişkiyi olumsuz yönde etkiler.
Bilinçaltımızın görevleri;
Bilinçaltımız KÜTÜPHANE’dir. Doğduğumuz andan itibaren hatta insanlığın var oluşundan itibaren gelen tüm bilgilerin kayıtlı olduğu çok büyük bir arşivdir. Her şey bilinçaltımızda kayıtlıdır. Hatta sadece üç boyutla algıladıklarımız ve beş duyumuzun algıladıkları dışında. Amacımız bu kütüphaneden yararlanmaktır. Objektiften zihnin yargı duvarını aşarak, bilinçaltına geçen milyonlarca bilgi var ve bu bilgiler yararlanmamız için bizi bekliyor. Zihnimiz 1 sn.de 400 milyar bit bilgiyi içine alıyor ve bilinçaltına kaydediyor. Fakat bizler bilinç düzeyinde sadece 2000 ninden haberdar oluyoruz. Sizce de müthiş değil mi?
Bilinçaltımız HARD DISK’tir. Zihnimizi bir bilgisayar olarak düşünürsek, bilinçli zihnimiz ön bilgileri alan küçük bir hard disk(flopy) ve aynı zamanda monitördür. Bilinçaltımız ise tüm bilgilerin kaydolduğu ve programların yüklenip çalıştırıldığı Hard Diskimizdir. Burada hangi program yüklüyse biz bilinçli zihnimizde bu programa göre yaşarız. Programlar nasıl yazılır bilinçaltımıza? Yaşadıklarımızdan edindiğimiz kararlar sonucundaki yargılarımızdan yani kayıtlarımızdan. Bilinçaltınızda geçmişten getirdiğiniz bir kayıt olarak “paranın zor kazanılacağına” dair bir yazılımınız varsa, bilinçaltınız bu programa göre çalışır ve siz gerçekten parayı zor kazanırsınız. Ya da karşı ilişkiler üzerine “karşı cinse güven olmaz” gibi bir yazılımınız varsa sonuç zor giden ya da yürümeyen ilişkiler olacaktır. Bunu nerede mi göreceksiniz. Bakın yaşamınıza o sizin monütörünüzdür. Mönütörünüze bakın ilişkileriniz nasıl gidiyor, ekonomik durumunuz nasıl, Başarılı mısınız, sağlıklı mısınız? Yaşamınızda bunlardan biri veya birkaçıyla ilgili sorununuz varsa, işte o zaman hard diskteki programlara, kayıtlara bakmak gerek. Demek ki burada sizi mutsuz kılacak kayıt veya kayıtlar mevcut.
Bilinçaltımız MIKNATISTIR. Çok güçlü bir çekim gücüne sahiptir. Neleri çeker bu mıknatıs? Yukarıda bahsettiğimiz programları oluşturan kayıtların yaşamımızdaki gerçeklerini. Bu şu demektir, bilinçaltımızda hangi kayıt mevcutsa o kayda uygun yaşam deneyimlerini çekeriz. Kayıtlardan korkular doğar, korkulardan eskileri pekiştiren yeni kayıtlar. Tam bir kısırdöngü. Bir yerden başlamak gerekiyor, hangisini önce tespit edersek ondan. Korkuysa tespit edilen, korku enerjisini sevgi enerjisine dönüştürmeyi, kayıtsa tespit edilen, yaşamımızı olumsuz olarak etkileyen kaydın yerine olumlu kaydı yerleştirmek gerekiyor. Bunu yapamadığımız zaman bizi olumsuz etkileyen program çalışır ve bizler büyük bir çekim gücüyle, bu korku ve kayıtların doğurduğu deneyimler denizinde yüzeriz ve arzu ettiğimiz ufuklara yelken açamayız. Sonra da şunu deriz “ neden hep aynı tarz olaylar yaşıyorum”. Sebep mıknatısınızın çekim alanı. Öyle güçlü bir bilinçaltına sahibiz ki çekeceğimiz deneyimleri seçme şansımız var ve yöntemi aslında çok kolay ama emek isteyen bir çalışma.
Bilinçaltımız İLK YARDIM ÇANTAMIZDIR. Bir felaket anında ya da bir kaza anında bilinçaltınız yardıma koşar. Yapmanız gerekli olan neyse bilinçli zihninizden bağımsız olarak bir anda sizi kurtaracak bir şekilde çalışır. Çünkü bizler aslında her durumda ne yapılması gerektiğini biliyoruz ama bu bilinç düzeyinde fark edilmiyor. Kardeşimin ayağının tabanı midyelerden oluşan bir kayaya çarpınca yarılmıştı ve annemin ilk yaptığı kardeşimin ayağını havaya kaldırmak ve onu baş aşağı getirmek oldu. Bu doğruydu çünkü kanamanın durmasını bu şekilde sağlayabilirdi. Sonradan ona sorulduğunda neden böyle davrandığını bilemediğini söyledi. Çünkü bilinçaltı ilk yardım mekanizmasını çalıştırmıştı. Burada belirtmeliyim ki bazı ani şok durumlarımda bu mekanizma çalışmıyor ve kişiler donup kalabiliyor. Çünkü var olan korku o denli büyük bir enerjiye sahip oluyor ki bilinçaltına geçen tüm kapılar kapanıyor.
Bilinçaltımız RADAR’dır. Bilinçli zihin bir karar verir. Diyelim ki ev sahibi olmak istiyorum. Bu karar bilinçaltına yazılır. Bilinçaltı ile üstbilinç arasında bir tabaka vardır. Bu tabakada olumsuz deneyimlerimiz ve bunlardan doğan korku ve kayıtlar vardır. Eğer ev sahibi olmak adına bilinçaltından üstbilinçe geçişi tıkayan olumsuz bir kayıt yoksa o zaman bilinçaltı radar görevini çalıştırır ve üst bilince bu talebi iletir. Üstbilinç yaradana bağlı olan bölgemizdir. Buraya geçen mesajlar alınır ve evrensel olarak size isteğiniz doğrultusunda yardım gelir. Bir yerden bir para, yada bir kredi alma olanağı, uygun fiyatlı bir ev ,arkadaş ve akraba desteği vs.
Bilinçaltımız “MUCİT”tir. Bir çok sanatçı ve bilim adamı bilinçaltından gelen mesajları ya da bilişleri değerlendirerek evrakalar yaşarlar. Çünkü her bilgi burada yatmaktadır ve ona ulaşmak sadece yoğunlaşarak talep etmeyle gerçekleşir.
Bilinçaltımız bizimle konuşur. Bunu sezgiler yoluyla yapar. Hani deriz ya bazen içimden gelen ses, işte bu bilinçaltının sesidir. Bizler genelde bu sesi dinlemeyiz ve deriz ki mantığım böyle diyor. Burada mantığı yadsımıyoruz. Sadece mantığımız yargılarımıza göre hareket ettiğini ve yanılma payımız çok yüksek olduğunu belirtiyoruz. Oysaki bilinçaltı yanılmaz bilgilere sahiptir ve dikkat edin her zaman içinizden gelen ses haklı çıkar.
Üsbilinç (Üstbenlik)
Üstbilinç yaratıcı güçle bağlı olduğumuz alandır ve bu alanda tüm canlıların üstbilinçleri birbirine bağlıdır.
Üstbilinç yaşam planını bilen bölgedir. Her canlı bir plan dahilinde bedenlenir. Bu plan dışında yaşadığımız zaman mutsuz, huzursuz suçluluk duyguları hisseden, kıskançlık, öfke ve endişeler içinde boğulan bir yaşam içerisinde olur ve kendimizle barışık olamayız. Amaç plana uygun yaşamaktır.
Üstbilinç özgür iradeye müdahale etmez. Çok ender olarak yine bilinçaltı vasıtasıyla sezgilerinizi kullanarak yardım gönderir. Ama bizler istersek bu bölgeden yardım alabiliriz. Tabii bunun için yapılması gereken bilinçaltı ve üstbilinç arasında var olan kalın duvar tabakasından geçiş kapıları açmak ve bu engeli kaldırmaya çalışmak. Nedir bu engeller; affetmediğimiz kişiler, olaylar, kötü huylarımız, olumsuz kayıtlarımız ve korkularımız. Her kaldırılan engel bir geçiş kapısı açar üstbilinçe doğru.
Şimdi yaşamımızı sağlıklı, varlıklı, sevgi dolu ve iç huzurlu olarak yürütmemiz ve arzu ettiğimiz hedeflere ulaşmamız için neler yapmalıyız ona bakalım.
Ancak ve ancak şart ve kabul etmemiz gereken olumlu kayıt şudur: “Yaşamımızın sorumluluğu sadece ve sadece bize aittir.” Yaşamımız içerisindeki deneyimler bizim sorumluluğumuz altındadır ve bu sorumluluğu başkalarına vermek aslında insan olarak kendimize yaptığımız bir haksızlıktır.
Yukarıdaki düşünce ile bağlantılı olarak kabul etmemiz geren diğer olumlu kayıt “ yaşamımızda ne varsa hepsi bizim seçimimizdir.” Bu düşünce en çok itiraz gören düşüncedir ama farkındalığınız yükseldikçe (ki bu zaman alsa da) bunun doğru olduğunu göreceksiniz. Yaşam planımız içerisinde elbette sabit değişmez olaylar örgüsü vardır ama her olayı olumlu bir deneyime çevirmek veya çevirmemek bizim elimizdedir yani bizim “ seçimimizdir.”
Sadece bu iki olumlu kaydı özümseyerek bilinçaltınıza aldıktan sonra, bilinçaltınıza alacağınız her kaydı sorgulayın, filitreden geçirin ve sizin yaşamınıza zarar verecek her kayda “İptal” deyin.
Bundan sonraki aşama olumsuz kayıtların ve korkuların tespitidir. Bunlar en güzel yollarından biri meditasyondur. Neden meditasyon? Bizler bilinç düzeyinde “Beta” diye adlandırılan bir frekans yayarız. Bu düzey uyanıklık halidir. Bilinçaltı düzeyinde “Tetha” dalga boyutundayızdır. Bu düzey ise uyku halidir. Bize gerekli olan ise bu ikisinin arasında olan bir frekanstır ve bu dalga boyutu da “Alfa” düzeyindedir. Beta düzeyinde yargılarımız ön plandadır kayıtların bilinçaltına girmesine, korkuların ve kayıtların temizlenmesine engel olur. Tetha düzeyinde uyku halindeyizdir bu yüzden olumlu kayıt yazmak, korku ve olumsuz kayıt temizlemek mümkün değildir. Alfa frekansı her ikisi arasında bir kapıdır bir geçiştir. Bilinçli zihin burada yargılarla müdahale etmez, bilinçaltı da bu frekansta korkuları, kayıtları ortaya çıkarır ve olumlamaları kaydeder. Alfa frekansına bizler her sabah yeni uyandığımız anda ve gece uyumadan az önceki anlarda sahip oluruz. Bu dönemlerin değerlendirilmesi çok önemlidir. Alfa frekansına gelme metodunu birçok psikolog hipnozla uyguluyor. Birçok NLP eğitmeni de bir çeşit hipnozla çalışmalarını yürütüyor. Bu frekansa inmeyi herkes yapabilir. Vücudunu rahatlatarak ve nefes alma metotlarını kullanarak alfa dalga boyuna istediğiniz zaman inebilirsiniz.
Alfa dalga boyuna indikten sonra yapılması gerekenler, kendi içinize dönerek yaşamınızı derinden etkileyen deneyimleri düşünmek olmalıdır. Bu esnada hangi olumsuz kayıtlara sahip olduğunuzu ve korkularınızı tespit edebilirsiniz
Bulunan korkular çeşitlidir “Ölüm korkusu”, “Hastalık korkusu” , “Değersizlik Korkusu” ,”Güvensizlik korkusu”,”Başarısızlık Korkusu” ve birçok korku daha. Kendinizde bulduğunuz korkuları önce “kabul etmeniz”,”bunu kabul ettiğiniz için kendinizi takdir etmeniz” ve “elinizdekiler için şükretmeniz” gerekmektedir. Kabul edilen korkuların yerine olumlamalarla (ki tüm dünyada bu teknik yaygın olarak uygulanıyor) olumsuz kayıtların yerine olumlu kayıtlar yerleştirmek olmalıdır. Alfa dalga boyunda olan bir kişi bilinçli zihin ve egosu tarafından engellere maruz kalmadan bu yeni kayıtları çok temiz bir biçimde bilinçaltına alır.
Unutmayın önemli olan çok sık tekrar etmektir. Çünkü bizler her öğretiyi tekrarlarla uygulamaya geçiririz. Araba kullanmayı, piyona çalmayı, bisiklete binmeyi en basitinden yürümeyi vs. Aynı şekilde tekrarlarla olumlu kayıtları öğrenir, kabul eder ve yaşamımıza geçiririz. Bunun için çeşitli eğitimlere katılabilir veya kendinize olumlama kasetleri yapabilirsiniz.
Sırada bilinçaltımızın alfa modundaki gücünü kullanarak imgeleme yöntemiyle yaşamdan arzu ettiklerimizi gerçekleştirmek geliyor. Bu aşamada en önemli durum ne istediğimiz bilmektir. İmgeleme esnasında yaşanılan karasızlıklar arzu ettiğiniz hedefe gitmenize engel olur. Yapılan testlerde görülmüştür ki bilinçaltımız gözümüzle gördüğümüzle, imgelediğimiz arasındaki farkı ayırt edemez. Her ikisinde de beynin aynı alanları aydınlanır. İmgeleneni varmış kabul eder ve gerçekleştirmek için hemen işe koyulur. Radar görevi. Burada unutmamak gerekir ki bilinçaltı bunu radar olarak üstbilince iletmek ister ama arada kalın bir duvar varsa bu duvarın ortadan kalması lazımdır.
Duvar nasıl kalkar?
Duvarın kalkması için yukarıdaki korku ve kayıt temizlemeye ek olarak yapılması gerekli bir diğer önemli husus da yaşamımızı olumsuz olarak etkileyen olayları, kişileri ve kendimizi affetmemizidir. Affetmek kişiye gidip onu affettiğinizi söylemeniz değildir, onun üzüntü çekmesini istemenizden feragat etmenizdir yani onu özgür bırakarak aslında kendi özgürlüğünüze kavuşmanızdır.
Sonuç olarak bizler “Bilinçaltımızın Gücüyle” yönetiliyoruz. İçimizde var olan bu güce ulaşarak ve onu yönlendirmesini bilerek arzu ettiğimiz yaşama kavuşabiliriz. Bizlere kendimizden başka kimse yardım edemez. Sadece kullanılacak çeşitli metotlar gösterilir. Reiki ve çeşitli enerji sitemleri, NLP, Hipnoz vs. hepsinin ortak amacı bilinçaltını yeniden programlamaktır. Bunu yaşamımıza geçirmek önce istemek sonra da bilinçaltımızın sınırsız gücünü kullanmaktan geçer. Önce ne istediğimize karar verelim, sonra istediğimize sahip olalım… Unutmayalım “neye inanırsak onu yaşarız.”
23 Salı Tem 2013
22 Pazartesi Tem 2013
Posted Uncategorized
in
HAYAT
Hayat umut üzerine kurulur
Her yıkılış bir diriliş öyküsüdür
Ummanlarda ki fırtına sesizliğin çığlıklarıdır
Gecenin karanlığından doğan ışık, gözlerde parlar
Her ölümün yanında gözlerini dünyaya açan minik nefesler
Ve… Hayat her şeye rağmen devam eder.
Nur Açan
21 Pazar Tem 2013
Posted Uncategorized
inZamanda yolculuk, hakkında son derece sınırlı fiziksel, matematiksel ve uzay-bilimsel veriye, deneye ve delile sahip olduğumuz bir konu. böyle bir yolculuğu yapmak için ortada gözüken bir bilimsel gelişmeye, herkesçe kabul edilen teorilere, yahut gözlemlenebilen ciddi örneklere ulaşılmış değildir. Uzaya seyahat, ışınlama, klonlama yahut iyon motorları için ufak tefek örnekler var olsa bile, henüz bunların ispatlanmış adımlar olduğunu söyleyemiyoruz. Ancak başlangıç için önemli adımlar olduğunu da belirtmek durumundayız.İslami literatürde Tayy-ı mekan olarak bilinen mekanı aradan kaldırarak istenen yere anında ulaşma örnekleri Resul ve Nebilerin ortaya koydukları mucizeler arasındadır. Manevi ve ruhi arınmışlığa ve yüceliğe erişmiş (veli) zatlardan zuhur eden kerametler hatta İslam dışı kişilerden, bilhassa Uzakdoğu dinlerinden beslenenlerce gösterilen “istidraçlar” da tayy-ı mekan olarak görülebilir. Abdulkadir Geylani, Muhiddin-i Arabi ve Mevlana gibi harika özellikleri bilinen büyüklerin tayy-ı mekan olayları meşhurdur. Tüm bunlar ve bilhassa Hz. Peygamberin “Mirac” adındaki sema/evren katlarındaki o meşhur yolculuğu, gaybi alemlerle ve C. Allah ile mülaki olması da gösteriyor ki uzay-zamanda yolculuk için yollar açıktır. Konuya önce “yer-mekan değiştirme projelerinden birisi olan “Claytronik” ile başlamak istiyorum. Claytronik, farklı bir mekanda cisimlerin üç boyutlu görüntülerini gerçekmiş gibi göstermeyi amaçlıyor. Claytronikte “sentetik gerçeklik” ya da “programlanabilir madde” gibi öneriler söz konusu olmaktadır..
Pittsburg’da Carnegie Mellon Üniversitesi‘nde Bilgisayar bilimcisi Seth Goldstein ve Todd Mowry, insanların üç boyutlu fiziksel görüntülerini çoğaltacak akıllı bir ürün geliştirmeye çalışıyor. Goldstein bundan önce nanoteknoloji ile ilgilenirken, Mowry, iki boyutlu telekonferans sistemlerinin geliştirilmesi üzerine çalışmış. Eğer her şey yolunda gider de engellerle karşılaşılmazsa, bir internet bağlantısı ile kendinizi bir başka mekana yansıtabilecek ve bir tutam ‘akıllı nano toz’ ile kopyanızı birleştirebileceksiniz.
Goldstein ve Mowry’nin projelerinde birbirleri ile kablosuz bağlanan nano bilgisayarlardan oluşan bu yeni ürün, anında her türlü cisim ve varlığın bir kopyasını üretecek. Claytronics projesinde atomun tek parçacıkları ‘claytronik atom’ ya da kısaca ‘catom’ diye tanımlanıyor.
Şekilleri ya da kişileri oluşturan bu ferdi robotların her biri, claytronik atom ya da catom denen nesneler olacak. Catomların küre şeklinde ve hareket eden parçaları bulunmuyor. Elektromıknatıs ile kaplı bu catomlar kendilerini diğer catomlara bu şekilde kenetliyorlar. Catomların yüzeylerinde ışığa duyarlı diyotlar olacak. Bu diyotlar renk değişimini sağlayabiliyorlar. Bu robotları görmeye duyarlı hale getirecek. Şimdi bunun iki boyutlu sürümü geliştirilmeye çalışılıyor. Yeterli sayıda iki boyutlu catomların tasarlanması başarıldıktan sonra şekil alan biçim değiştiren türleri geliştirilmeye başlanacak. Bunun ardından 100 tane ping pong topu büyüklüğünde ve üç boyutlu hareket eden robotlar oluşturulacak.
Goldstein’e göre, bir milimetre çapında catomlar üretmek zor, ama imkânsız değil. Çünkü insan gibi oldukça hacimli ve hareket çeşitliliğine sahip bir varlık için en azından bir milyar catom gerekli olduğunu düşünüyor Mowry ve projeyi bir milyar bilgisayarlı bir internet ağına benzetiyor.
Örneğin evinizdeki bir tutam catom, mesleğinizi size öğreten hocanızın yada üstadınızın üç boyutlu şeklini odanızın içine getirebilir ve sizin sorduklarınıza cevap verebilir. O günkü dersinizi size tarif edebilir. Bu arada gerçek hocanız kendi odasında ya da laboratuarda kameranın önünde oturuyor ve sizin claytronik görüntünüzle ilgili deneyi gösteriyor ya da anlatıyor olacak tabi. Evinizdeki hocanın deneyi ve dersi bittikten sonra görüntüsü ayrışıyor, arkada bir sürü kristal kalıyor.. Bu kristal zerrecikler sonra bir başka amaçla kullanabilecek.. Örneğin, çok istediğiniz halde katılamadığınız derse, deneye başka bir yerde bulunan çok değerli bir hocanın sohbetini dinlemek üzere tekrar kullanabileceksiniz.
Tüm bunlar bir masal gibi geliyor bize, çünkü örneğin, claytronik telekonferans, fiziksel bir boyut kazanacak ve tüm katılımcılar claytronik şekilde görüntülenmiş olacak; cerrahlar claytronik olarak büyütülmüş iç organlar üzerinde çalışarak son derece hassas bir şekilde robotik tele-cerrahi gerçekleştirebilecekler.
Şüphesiz, bilim dünyası, tüm bu anlattıklarımızın henüz uzağındalar. Ancak bilim insanları claytronik dediğimiz projeyi hayata geçirmek için yazılım ve donanımlar üzerinde çalışmaya başladılar. Üstelik, dünyanın en büyük bilgisayar çipi üreticisi Intel’in de ilgisini çekmeyi başardılar ve bu dev şirket projenin sponsorlarından biri oldu. ABD Ulusal Bilim Vakfı ve İleri Savunma Projeleri Araştırma Ajansı da projeye katkıda bulunuyor.
Astral Beden ve Astral Yolculuk
Peki , kendimiz olarak ışınlanabilir miyiz? Astral yolculuktan bahsedelim isterseniz. Önce astral bedenimimiz, ya da misali yapımızı tanımak lazım tabi. İnsanlar görünen fizik bedeni dışında görünmeyen ve öldükten sonra da varlığını sürdüren başka bir bedenin varlığını hep hissetmişlerdir. Bu bedene Batı dünyası bu bedenlere “astral” “eterik”, “duble” gibi adlarını verir. İslami literatürde bu konu, misali beden ve gılaf-ı nurani gibi terimlerde karşılığını bulur.
Araştırmacılar, yüksek frekanslı elektrik akımı altında insan bedeninden yayılan parlak ışığı araştırıyorlardı uzun yıllardır.. Canlılarda bir tür “kalıp enerji” nin, başka bir deyişle bir tür “ışın beden”in varlığına ilişkin bazı deliller elde edilmişti. Neydi bu ışınsal beden? Nereden kaynaklanıyordu?
Bu ışınsal bedeni bilinen enerji kavramları içinde yeri yoktu. Bilinen termodinamik ve ışın kanunlara da uymuyordu. Bugün tedavide kullanılan ama mahiyeti açıklanamayan “biyoenerji” bilinen enerji türlerinden hiçbirine uymaz. Evrende varlığı bilindiği halde mahiyeti meçhul bir çok şey bulunmaktadır. Çünkü bir şeyin varlığını bilmekle mahiyetini bilmek aynı şey değildir. İnsanoğlunun kafasında her şeyin bilimle izah edileceğine dair bir ön yargı oluşmuştur. Halbuki bilimle keşfedilen şeye bir de felsefi arka plan ve izah gerekiyor ki, bu Batı’da materyalist felsefe ve anlayışla yapılagelmiştir. İşte bu anlayış-açıklama din yerine ikame edilmekte ve bilim materyalizme ya da “ateizm dinine” bu şekilde alet edilmektedir. Bu sadece müslüman inancına sahip olanları değil, Hristiyan ve Musevi bilim adamlarını hatta uzak doğu dinlerine sahip olanları da rahatsız etmektedir.
Astral, mantal, duble beden, ikinci beden, suptil beden ya da misali beden gibi çeşitli adlar altında ortaya konan bedenle ilgili gerçeklere göz attığınızda atomsal olmayan atomun ötesinde birimlerden (esiri yapı) yapılmış aslî beden gerçeği ile karşılaşırız. Öyle anlaşılıyor ki ruh dediğimiz varlığımızın programı bu ikinci beden aracılığı ile fiziki bedene seslenmektedir. Buna göre misali bedenler ruhun mantosu gibidir.. Uzak doğunun mistikleri de mesleklerini bu ışınsal beden üzerine bina ederler. İncelemelerimizi derinleştirdiğimizde bu bedenin de esasen iç içe birkaç bedenden ibaret olduğu kanaatına varırız (örneğin yedi çakraya tekabül eden yedi beden). İnsanın fizik ötesi bedeni, yedi ayrı bedenden müteşekkildir denilebilir. Ruhtan maddî ortama doğru, bir titreşimler ölçeğinde renk tayfının en koyusundan en açığa uzanışı gibi bir akış sergilendiği dikkat çeker.
“Nefs” ve can ve “ben” dediğimiz şey, madde bedenin arkasında, ama ruhun önünde görünmeyen ince bir yapıyı sergiler. Bir örnek verilecek olursa, baraj gibi bir elektrik ana kaynağından örneğin 30 bin volt olarak çıkan elektrik çeşitli trafolardan ve santrallerden geçe geçe 220 u volta kadar indirilir. Bir çok cihazlarda bu birkaç volta indirilir hatta. Onu ancak bu indirgenmiş hâliyle kullanabiliyoruz.
Enerji bedeni ışıklı bir kozaya benzetirsek, bu bedenimizle çevreye sürekli ışınım yaydığı söylenebilir. Bu yüzden olsa gerek ki Kirlian fotoğrafçılığı da “aura“ adı da verilen bu ışık bedenin resmini çeker. Fizik ötesi bedenimizin fiziğe yansıya yönünü gösteren bir metot Kirlian fotoğrafçılığıdır. Misali bedenin yaydığı bu ışınımın maddeden kaynaklanmadığını gösteren bir delil, psikolojik durumumuza bağlı olarak şekil ve renk değiştirmesidir (bknz. http://www.kirlian.com)
Teleportasyon-ışınlama -Astral yolculuk
Mistiklerin, Tibetli rahiplerin, ya da tasavvuf erbabı “ermişlerin” gerçekleştirdiği bir olgu olarak kabul edilir astral yolculuk. Sade ve doğal bir metotla yoğunlaştırılmış düşünceyi yansıtma ile ilgili görünmektedir. Maksatlı bir yansıtma kişinin konsantrasyon-telkin-meditasyon-düşünceyi kontrol gibi bazı temel prensipler uzakdoğu gelenek ve biliminin bir parçası haline gelmiştir.
Esasen ruhun tabi olduğu kanunları hatırlarsak “ruhun güçlenmesi” nisbetinde madde onun hakimiyeti altına girmektedir. Maddeden uzaklaşılıp ruhun “hayat derecesine” çıkıldıkça, ruhun tabi olduğu kanunlar madde üzerinde etkisini göstermektedir. Ruhun hayat derecesine yaklaşılması nisbetinde madde ruhun tabi olduğu kanunlara boyun eğer hale gelmektedir.
Bu konu ile ilgili bir çok terimler var. Bunlardan ikisi Teozofistler ve Ezoterik uygulama. Bu uygulamayı yapanların iddialarına göre, bu yolculukta astral duble ince bir astral kordonla bedene bağlıdır. Bu yüzden deneyimi yaşayan kişi, bedene dönmek istediğinde sadece bedende olduğunu düşünmesi yeterli olmaktadır. Ve dublenin bedenden kopması diye bir şey söz konusu değildir. Düşünce gücü ile projekte edilen astral duble yine düşünce gücü ile geri çağrılır ya da deneyime son verilir.
Maddenin inceleşmesi nisbetinde ruhun tabi olduğu kanunlar hakimiyet sahasına girildiğindan söz etmiştik. Tıpkı çekim gücünün yoğunlaştığı noktada bildiğimiz uzay zamanın “delinmesi” ve o bölgenin bir “karadelik” halini alması ve böylece “sonsuz uzaylara” kapı açılması gibi..
Tayy-ı Mekan için bir izah
Bu izahlardan sonra Şimdi “evliya kerameti” şeklinde vuku bulan mekan değiştirmesi hadisesinin mekanizması üzerine bir beyin fırtınası yapalım. Öncelikle misali bedenimizin zaman ve mekanla kayıtlı olmayacağını ve sonra da madde – fizik bedenimizin atom düzeyinde % 9.999 oranında boşluktan ibaret olduğunu; madde -tanecik yapıların ise temelde ışınsal-kuantsal (dalga-tanecik yapı) olduğunu hatırlatalım. Son olarak da “mananın kuvvetleşmesi” ve yoğunlaşması nisbetinde maddenin o etki altına gireceği gerçeğini de hatırlayalım.
Yeme – içme gibi maddi ihtiyaçlardan uzak durma halleri (riyaziyat) ve ibadette yoğunlaşma esasen ruha ve misali bedene kuvvet verilmesi anlamı taşır ve o durumda “ruhun hayat derecesine” yaklaşılmış olur. Ruh ve misali bedenin “güçlenmesi” ile “kontrol” fiziki bedenden çıkacak ve ikinci beden(ler)in eline geçecektir. O durumda fiziki bedenimiz “başka âlemlerde” olduğu kadar, fiziki alemde de zaman ve mekana bağlı olmadan “güzel ve heyecanlı” yolculuklara hazır hale gelecektir.
19 Cuma Tem 2013
Posted Uncategorized
inKADERİN BİLİMSEL AÇIKLAMASI
Zaman olayları algılama sırasıdır. Donma noktası ışık hızıdır. Çünkü olaylar ışık hızına bağlı olarak iletilir. Örneğin ay dünyaya 384.400 Km . uzaklıktadır ve ayın ışığı bize ortalama 1.2 (bir nokta iki) saniyede ulaşır. Çünkü ışığın hızı 1 saniyede 300.000 Km.dir. Diğer bir deyişle ay bize ortalama 1.2 ışık saniyesi uzaklıktadır. Eğer ayda tam şu anda bir patlama olsa, biz onu ortalama 1.2 saniye sonra algılayabiliriz. Öyleyse biz şu anda aya bakıyorsak, onun aslında 1.2 saniye önceki halini görüyoruz demektir. Yıldızlar ise bize yüz binlerce ışık yılı uzaklıkta olduğuna göre biz geceleri gökyüzündeki yıldızların yüz binlerce yıl önceki halini görüyoruz. (1 ışık yılı =ışığın bir yılda kat ettiği mesafe). Baktığımız yıldızların hepsi bize farklı uzaklıklarda olduğu için farklı geçmişleri aynı anda görüyoruz. Ayrıca bütün gök cisimlerinin olduğu gibi yıldızlarında yörüngesel hareketleri olduğundan, baktığımız yıldız gördüğümüz yerde değildir.
Einshtein’in rölativite (görecelik) denklemleri göstermiştir ki içinde bulunduğumuz evren üç boyutlu değil dört boyutludur. Bu dört boyut şöyledir; (Uzay=3 boyut) + (Zaman=1 boyut) = Toplam 4 boyut. Ve evrenimiz bilim çevrelerinde artik Space-time yani uzay-zaman evreni olarak anılmaya başlanmıştır.
Uzay-zamanın bir başlangıç anı ( Big Bang anı) olduğu gibi bir de sonu ( Big Crunch anı) vardır.
Eğer bir foton (ışık partikülü) olsaydınız zaman sizin için sıfır noktasında olacaktı, çünkü ışık hızında hareket edecektiniz. Hızınız azalmaya başlasa idi o anda sizin için zaman yavaşça akmaya başlayacaktı ve hızınız düştükçe zamanın size göre akma hızı artacaktı. Birde şöyle düşünün, hızınız ışıktan fazla olsaydı bu sefer uzay zaman boyutunun dışına yani Takyon evrenine geçiş yapmış olacaktınız. Takyon boyutu uzay zamana paralel, zıt es boyuttur. –sıfırdan yukarı pozitif ve sıfırdan aşağı negatif sayılar arasındaki fark gibi düşünün- Orada zaman, mekan, madde yoktur. Farklı boyutlar vardır. Bilinç boyutu gibi. Oradaki parçacıklar quantlar ve tardyonlar yerine takyonlardır. Takyonlar (Anti-madde) ile evrenimizdeki atom-altı parçacıklar (madde) zaten etkileşim içindedir. Fakat bu etkileşim atom altı yani quantum düzeyinde olduğu için biz duyu organlarımızla algılayamıyoruz. Her an Mikro düzeyde madde anti-madde çarpışması sonucu yeni madde ve anti-madde yaratılması, makro düzeyde ise Kara delik (Black hole) yutması ve Ak delik (White hole) kusması gerçekleşir. Bu etkileşimler kurtçuk delikleri ( worm holes ) denen boyutlar arası tüneller vasıtası ile gerçekleşir.
Uzay-zaman çizgisi daireseldir. Uzayda herhangi bir noktadan doğrusal bir yönde hiç durmadan hareket ederseniz varacağınız nokta baslangıç noktanız olacaktır. Bu yolculuğun bir uzay gemisine binerek yapılması çok uzun zaman alır, bu yüzen pratikte imkansızdır. Yolcuğun boyut dışından yapılması ise bir anda olur ki bunu farkında olmadan her an yapıyoruz (atomlarımızın her an madde anti-madde etkileşimine maruz kalması). Dolayısıyla zaman da saati geldiğinde başlangıç noktası ile çakısır ve Big Crunch gerçekleşir. Everendeki bütün olaylar aynı anda gerçekleşmiştir fakat biz bunları sıra ile algılamaktayız. Geçmişin yasanmış olduğu gibi gelecek de yaşanmıştır. Çünkü yaşadığımız olaylar takyon boyutunda zaman ötesi olarak gerçekleşir ve uzay-zamana yansır, bu da olayların sıra ile yaratıldığını değil, yaratılmış olayların bizim tarafımızdan sıra ile algılandığını gösterir. Şu anda sadece bu yazıyı okumuyorsunuz, doğuyorsunuz, okula gidiyorsunuz, televizyon seyrediyorsunuz, ölüyorsunuz, dedeniz doğuyor, tarihte ki olaylar gerçekleşiyor vs. Deja vu (ben bu ani daha önce yaşamıştım) dememizin sebebi budur.
*Big Bang gerçekleştiği gibi Big Crunch da gerçekleşmiştir.
Her şey sonuç-sebep ilişkisi ile yaratılır. Furkan suresi 45. ayette de bildirildiği gibi (Rabb’inin gölgeyi nasıl uzattığını görmedin mi? Eğer dileseydi, onu elbet hareketsiz kılardı. Sonra biz güneşi, ona delil kıldık.) yaratılış sebep sonuç ilişkisi ile değil, sonuç-sebep ilişkisi iledir.
Hadid 22.de ise “Yeryüzünde vuku bulan ve sizin başınıza gelen herhangi bir musibet yoktur ki, biz onu yaratmadan önce, bir kitapta yazılmış olmasın. Şüphesiz bu, Allah’a göre kolaydır.” Şeklinde bildirilmiştir.
Bütün bunlar kaderi açıklamaktadır.
Kalem 38. “Muhakkak ki neyi seçerseniz sizin içindir.” Yani imanı seçersek Allah (C.C) bizim iman etmemizi yaratır, inkarı seçersek inkar etmemizi yaratır, bir suç islemeyi seçersek suç islememizi yaratır. Bunlar amel olarak yaratılır ve bilincimizde kayda geçer (Memory). Uzay-zamanın dışına taşıyabileceğimiz tek şey bilincimiz, dolayısıyla amellerimizdir. Seçimlerimiz de zaten yapılmıştır ve bize yaşatılmaktadır.
Tevbe.40:
Eğer siz ona (Resûlullah’a) yardim etmezseniz; ona Allah yardim etmiştir : Hani, kâfirler onu çıkarmıştı. O ikinin biri idi. Hani onlar mağaradaydı; o, arkadaşına. Üzülme, çünkü Allah bizimle beraberdir, diyordu. Bunun üzerine Allah ona emniyetini indirdi, onu görmediğiniz bir ordu ile destekledi ve kâfir olanların sözünü alçalttı. Allah’ın sözü ise zaten yücedir. Çünkü Allah üstündür, hikmet sahibidir.
Bu ayette geçen misalden de anlaşılacağı gibi olay zaten yaratılmıştı.
*Hiçbir boyut Allah’i (C.C) –haşa- kapsayamaz, Allah (C.C) bütün boyutların yaratıcısıdır ve hepsinden münezzehtir. Ancak Allah’ın varlığının tecellisi zerreden kürreye yani mikrodan makroya her yerdedir.
Yanlış bir şey yazdıysam alemlerin Rabb’inden af dilerim. Her şeyi tam olarak bilen O’dur (C.C).
Kaderi iki farklı şekilde tanımlamak mümkündür: Birincisi şudur ki; Kader, gelecekte yaşanacak olaylar dizisidir. İkinci tanımı ise; Kader, gelecekte yaşanacak olayların daha önceden yaratıcı tarafından bilinmesidir.
Bu iki tanım birbirinden tamamen farklıdır. Birinde yaşanacak olaylar zincirine kader denilirken, diğerinde ise yaşanacak olayların bilinmesine kader denilmiştir. Kader için her iki tanım da doğrudur. Ancak kaderle ilgili değerlendirmeler yapılırken, hangi tanımın dikkate alındığı mutlaka ortaya konmalı ve tüm fikirler bu tanım üzerine inşa edilmelidir. Aksi halde fikir vermeye çalışan kişi bir tanım noktasında bulunurken fikir almaya çalışan ise diğer tanım noktasında bulunursa, kaderi anlamak amacıyla yapılan gayretler boşa gitmekle kalmayıp kafaların da gereksiz yere karışmasına sebep olur.
Kaderin tanımını iki farklı şekilde ve net olarak ortaya koyduktan sonra, kaderin değişkenliği sorusuna, tanımlara göre cevap vermek artık kolay hale gelmiştir. Birinci tanıma göre kader mutlaka değişirken, ikinci tanıma göre ise kader asla ve asla değişmez. Birazcık açacak olursak, eğer gelecekte yaşanacak olaylar zincirine kader diyorsak, gelecekte yaşayacaklarımızı zaten biz belirlemekteyiz. Bu noktada yaratıcımız sadece onay makamındadır. Eğer gelecekte yaşanacak olayların daha önceden yaratıcı tarafından biliniyor olması durumuna kader diyorsak, bu durumda kader asla değişmez; çünkü yaratıcımız, kendine has sıfatı ile geçmişteki olayların yanı sıra gelecekteki olayları da aynen bilir. Ancak burada dikkat edilmesi gereken, yaratıcının gelecekteki olayları sadece bilmesi, yani onlara müdahale ediyor olmamasıdır. Kulun yaşayacağı olayı yaratıcı bildiği için kul o olayı yaşamaz; kul o olayı yaşayacağı için yaratıcı bunu bilir. Benzetme yaparak örnek verecek olursak; gündüz öğle vakti biliriz ki birkaç saat sonra gece olacaktır. Biz gece vaktinin geleceğini bildiğimiz için gece olmaz, gece vakti geleceği için biz bunu biliriz. Başka bir örnek verecek olursak, astronomi uzmanları aylar hatta yıllar sonrası için bir tarih vererek o tarihte güneş tutulması yaşanacağını söylemiş olsalar, uzmanlar o tarihi söylediler diye güneş o tarihte tutulmaz; tam tersine güneş o tarihte tutulacağı için uzmanlar bunu söylemiş olur. Benzeri şekilde pek çok örnek verilebilir.
Sonuç olarak diyebiliriz ki kaderin değişip değişmeyeceği hususu, neye kader dediğimize bağlıdır. Kaderin tanımı ile değişkenliği hususlarını beraberce doğru olarak gruplandırdıktan sonra, bu konuda artık zihinlerde soru işareti kalmayacaktır.
Kader konusunda, kadercilik yanlışından uzak, bulanık olmayan, doğru mantığa sahip olabilmemiz dileğiyle?
Son söz :
Güneş’in, Ay’ın, denizlerin, göllerin, ağaçların, çiçeklerin, küçük bir karıncanın, daldan düşen tek bir yaprağın, masanızın üzerindeki tek bir toz zerresinin, yolda yürürken ayağınıza takılan bir taşın, on sene önce satın aldığınız elbisenizin, buzdolabınızdaki şeftalinin, annenizin, babanızın, akrabalarınızın, ilkokul arkadaşlarınızın, sizin, kısacası herkesin ve herşeyin Allah Katında, milyonlarca yıl önce belirlenmiş bir kaderi vardır. Ve her varlığın kaderi, Allah’ın Katında Levh-i Mahfuz isimli bir kitapta yazılıdır. Kimin ne zaman öleceği, hangi yaprağın ne zaman hangi hızla yere düşeceği, buzdolabınızdaki şeftalinin ne zaman, hangi noktasından çürümeye başlayacağı, taşın ayağınıza takılana kadar geçireceği aşamalar, kısacası küçük büyük her olay bu kitapta kayıtlıdır.
18 Perşembe Tem 2013
Posted Hayata Dair
inHayat , hayatımız işte bir gülüşlük ömrümüz.Bu akşam hayatımı ve anlamını düşündüm.Nedir gelip geçen zamanda , yaşamlarımızı anlamlı kılan diye.Hayatın anlamı, size-bize göre çocuk sahibi olmak, soysal statü kazanmak, para kazanmak, mutlu ve huzurlu olmak mı?
Hayatın anlamı, bizlerin istek ve beklentileri ile belirlenir. Çok şey beklemek hayattan ve ulaşamamak hayal kırıklığı yaratabilir. Bu nedenle hayatla ilgili beklentilerimiz, ya da hedeflerimiz ulaşılabilir olmalı diye düşünüyorum…
Oturup sürekli hayatın anlamını aramaktansa, istediğimiz ve mutlu olduğumuz şeyleri yapmaya çalışmalıyız. Bunlar çalışmak, sevmek, aşık olmak, inanmak ve inandığımız gibi yaşamak, yuva sahibi olmak, gibi örneklerndirebiliriz…
Hayat, kısa anlardan oluşan zaman dilimidir. Yaşadığımız hangi anımız, diğerine uymaktadır? Cevap: Hiçbiri. Durum böyle olunca, güzel anların, sağılığın ve mutluluğun değerini bilmek gerekir. Tabii şükretmek öncelikle Yaradana ve maneviyatımızı muhafaza etmeliyiz…
hayatımızın anlam kazanması için gerekli olan şey, hepimizin beyninde ve kalbinde saklıdır. Bunu yapabilmek için, gözlerinizi kapatıp “YÜREĞİNİZİN SESİNİ DİNLEMELİSİNİZ” diyorum… Konuya bir hikaye ile devam edelim:
Eski zamanların birinde bir adam hayatın anlamının ne olduğunu kendi kendine sormaya başlamış.
Bulduğu hiçbir cevap ona yeterli gelmemiş ve başkalarına sormaya karar vermiş… Ama aldığı cevaplar da ona yetmemiş. Fakat mutlaka bir cevabı olmalı diyormuş.. Ve dolaşıp herkese bunu sormaya karar vermiş… Köy, kasaba, ülke dolaşmış bu arada zaman da durmuyor tabi ki.
Tam umudunu yitirmişken bir köyde konuştuğu insanlar ona – “Şu karşıki dağları görüyor musun, orada yaşlı bir bilge yaşar istersen ona git belki o sana aradığın cevabı verebilir. ” demişler.
Çok zorlu bir yolculuk sonunda Bilgenin yaşadığı eve ulaşmış adam. Kapıdan içeri girmiş ve bilgeye #8220;Hayatın anlamının ne olduğunu” sormuş …
Bilge sana bunun cevabını söylerim ama önce bir sınavdan geçmen gerekiyor demiş…
Adam kabul etmiş… Bilge bir çay kaşığı vermiş adamın eline ve içine de silme bir şekilde zeytinyağ doldurmuş. Şimdi çık ve bahçede bir tur at tekrar buraya gel… Yalnız dikkat et kaşıktaki zeytinyağ eksilmesin, eğer bir damla eksilirse kaybedersin..
Adam gözü çay kaşığında bahçeyi turlayıp gelmiş. Bilge bakmış evet demiş kaşıkta yağ eksilmemiş, peki bahçe nasıldı(!)
Adam şaşkın… Ama demiş ben kaşıktan başka bir yere bakmadım ki… Şimdi tekrar bahçeyi dolaşıyorsun kaşık yine elinde olacak ama bahçeyi inceleyip gel, demiş Bilge… Adam tekrar bahçeye çıkmış gördüğü güzellikler büyülemiş muhteşem bir bahçedeymiş çünkü… Geri geldiğinde bilge, adama bahçe nasıldı diye sormuş… Adam gördüğü güzellikler karşısında büyülendiğini anlatmış..
Bilge gülümsemiş, ama kaşıkta hiç yağ kalmamış demiş ve eklemiş
-Hayat senin bakışınla anlam kazanır ya sadece bir noktayı görürsün hayatın akıp gider sen farkına varmazsın…Ya da görebileceğin tüm güzelliklerin tam ortasında hayatı yaşarsın akıp giden zamanın anlam kazanır…
Hayatın anlamı yasadıgın degerlerle yada yasamak ıstedıklerınle ölçülebilir, sen ne yasamak ıstıyorsan onu yasarsın.. ınsanın hayatında en önemli ve hiç sevmediği kelime keşke olsa gerek. Ne zaman keşkeler azalırsa hayatın o zaman anlam kazanacaktır diye düşünüyorum.
içinden gelenı yapıyorsan keşkeler olmamalı zaten hayatında ama ıcınden gelenlere hep engel cıkacaktır engellerı aşabilmek cesaret ister ki bu cesaretinle keşkeler son bulacaktır… haytta imkansız diye bır sey yoktur. Sadece biraz zaman alır imkansız ile mümkün arasındakı tek fark kararlı olmaktır karalı olmakta cesaret ister…
Zeytinyağı bir öğe eğer sadece zeytinyağına odaklanırsanız hayatı ıskalarsınız ne varki diye aval aval bakarsanız zeytinyağınız kalmaz demekki hem zeytinyağını elde tutmak hemde bakıp görmek gerekir bakar kör olmadan Yaşam elimizden o kadar süratli akıp gidiyor ki hırsların arzuların esiri olarak kaybettiğimiz aslında kendi yaşamımız bize bahşedilen çok kısa bir süre ( mistizme görede tersi ama konu o değil ) Önemli olan tarihi yaşarken görebilmek bir bira köpürtüsünü bir deniz sesini bir martının kanat sesini bir keleberğin evresini sevdiklerimizi sevmediklerimizi umutlarımızı hayal kırıklıklarımızı hayat hepsinin içeren bir bütün olarak her anı değerlendirilmelidir. Aynı akarsuda iki kere nasıl yıkanılamıyorsa geçip giden anında dönüşü yoktur. Onun için yaşadığımız her anın erdemini bilerek kıymetinin değerini vermeliyiz…
Hayatın bir anlamı da insanın öleceğini bilen tek canlı olmasından kaynaklanan bir değerdir aslında… Keşkeler yapılan hatalar istenipte yapılamayan şeyler için denir öyleyse ıskalamamakta yarar var. Elbette yolun sonuna kadar gidilecek ama o yolun ne olduğunu bilmek çok önemli yolun sonu nedir ki? Avukat için baro başkanı tanınmış ve zengin bir avukat olmak mı? Savcı için cumhuriyet baş savcısı olamk mı? Subay için genelkurmay başkanı olmak mı? nedir ? Yolun sonu bunların hiçbiridir. Yolun sonu erdemli bir yaşam sürerek onurlu ve yararlı bir insan olabilmektir. Kimsenin arkasından kötü laf edemeyeceği bir kişi olmaktır. Kendisinew ailesine vatanına vede dünyaya muhabbetle hizmet etmektir. Yaşadığının farkına varmak yaşanacak dünya üretmektir. İnsan gibi insan olabilmektir. yolun sonu gerisi laf…
Bir yerlerde tıkanıp kaldığında hayat, soluk almak güçleştiğinde, yüreğin susup, mantığın sürüklemeye başladığında ayaklarını, dağlara dönmeli yüzünü insan. Yeni patikalar, yeni yollar seçmeli, yüreğini ferahlatacak; yeni insanlarla tanışmalı, yeni keşifler yapacak… Hep isteyip de, bir gün yaparım diye ertelediği ne varsa, gerçekleştirmeyi denemeli!
Her geçen gece, ölüme bir gün daha yaklaştığını; zamanın bir nehir, kendisinin bir sal olup da, O dursa da yolculuğun devam ettiğini anlamalı. Baş döndürücü bir hızla geçiyorsa birbirinin aynı günler, her akşam
aynı can sıkıntısıyla eve giriliyorsa, değiştirmeye çalışmalı bir şeyleri; küçük şeylerle başlamalı belki; örneğin, bir kaç durak önce inip servisten, otobüsten; yürümeli eve kadar, yüreğine takmalı güneş gözlüklerini; gördüğünü hissedebilmeli!
Sağlığını kaybedip, ölümle yüz yüze gelmeden önce, değerli olabilmeli hayat! İlla büyük acılar çekmemeli, küçük mutlulukları fark etmek için! Başkasının yerine koyabilmeli kendini; ağlayan birine “gül”, inleyen birine “sus” dememeli! Ağlayana omuz, inleyene çare olabilmeli!
Şu; adaletsiz, merhametsiz dünyaya ayak uydurmamalı; sevgisiz, soysuz kalarak! Dikeni yüzünden hesap sormak yerine gülden, derin bir soluk alıp, hapsetmeli kokusunu içine… Güneşin doğuşunu seyretmeli arada bir, seher yeli okşamalı saçlarını… Karda, yağmurda; sevincine, coşkusuna; fırtınada boranda; öfkesine, isyanına ortak olabilmeli doğanın!
Bir çocuğun ilk adımlarında umudu; bir gencin düşlerinde geleceği; bir yaşlının hatıralarında geçmişi görebilmeli! Çalışmadan başarmayı, sevmeden sevilmeyi, mutlu etmeden mutlu olmayı beklememeli!
Ama küçük, ama büyük; her hayal kırıklığı, her acı; bir fırsat yaşamdan yeni bir şeyler öğrenebilmek için; kaçırmamalı! Çünkü hiç düşmemişsen, el vermezsin kimseye kalkması için, hiç çaresiz kalmamışsan, dermanı olamazsın dertlerin; ağlamayı bilmiyorsan, neşesizdir kahkahaların; merhaba dememişsen, anlamsızdır elvedaların…
Ne, herkesi düşünmekten kendini, ne; kendini düşünmekten herkesi unutmamalı! Bilmeli; çok kısa olduğunu hayatın; hep vermek ya da hep almak için… Sadece, anlatacak bir şeyleri olduğunda değil, söyleyecek bir şey bulamadığında da dinleyebilmeli!
Aklı ve kalbiyle katılabilmeli sohbetlere…
Hafızası olmalı insanın; hiç değilse, aynı hataları,aynı bahanelerle tekrarlamaması için! Soruları olmalı,yanıtları bulmak için bir ömür harcayacak! Dostları olmalı, ruhunun ve zihninin sınırlarını zorlayacak!
Herkese yetecek kadar büyük olmalı sevgisi; ama,kapasitesi sınırlı olmalı yüreğinin ki, hakkını verebilsin sevdiklerinin; zaman bulabilsin; bir teşekkür, bir elveda için… Yaşam dedikleri bir sınavsa eğer; asla vazgeçmemeli sevmek ve öğrenmekten;ama, herkesi sevemeyeceğini de her şeyi bilemeyeceğini de fark edebilmeli insan! Tıpkı, her şeye sahip olamayacağı gibi…
Zamanın ninnisiyle, uykuda geçirmemeli hayatı!
ve… son sözüm…
Sanki uçsuz bucaksız bir okyanusun orta yerindeyim. Çevremde odalar var.Bazen bir kulaç kadar yakın, bazen bin kulaç kadar uzak odalar. Kalbime giden sevgi yollarini tıkamış,vurgun yemiş odalar. Üstelik kalbimde kocaman yaralar açmışlar.Üstü kabuk bağlamış fakat hala içi kanayan yaralar…
17 Çarşamba Tem 2013
Posted Uncategorized
in
Hani Seni Seviyorum Ya… Hani gıpta ediyorum ya ashabına Hani Hz.Fatıma’yı anam, Hz.Hasan Hüseyin’i kardeşim olarak görüyorum ya! Hani ne zaman hüzünlensem, Sen geliyorsun ya aklıma Görmeden hayranım Ya cemaline Kalbin kadar güzel yüzünün hayalini kuruyorum ya… Hani ne zaman çok gülsem Hani bana diyorsun ya” Yerinde olsam, az güler çok ağlardım ” diye Sonra nerede bir yetim görsem Sen’i buluyorum ya yanımda Hani bana diyorsun ya “Beni istiyorsan onun başını okşa Hani hep bir özlem var ya içimde Hep vuslat varya hayalimde Hani gözyaşları içinde, yeşil kubbenin resmine bakıyorum ya Hani hayal ediyorum ya hep Efendim Hani uzun boylu, siyah saçlı, beyazlar içinde birine Sen diye sesleniyorum ya! Sonra adam arkasını dönünce Hani Sana gidecek her yolcuyla selam yolluyorum ya Hani kalbimin bir yanı “Ümit” derken, Hani Seni Seviyorum Ya Efendim Hani günahlarımı unutup, Seninde beni sevdiğini düşünüyorum ya! Duyuyorum ya “ÜMMETİ” diye seslenişini Ne zaman bir yüzük alsam elime Senin yüzüğün geliyor ya aklıma Hani üzerinde Muhemmedun ResulAllah yazılı olduğunu düşünüp, Sonra hep hayal ettim ya Efendim, arkanda namaz kıldığımı Hanianam, babam, canım Sana feda olsun dedim ya Hani ben varım ya… Ben kim miyim? |
||||
|