YAŞADIĞIM EN İLGİNÇ DENEYİM

Benim  ‘  Ölüme  Yakın Deneyim  ‘  olarak  adlandırılan  hikayem  2007  yılında  gerçekleşti.  Hiç  unutmam  Nisan  ayının  11 . günüydü.  Antalya ‘ da  üniv.  3  sınıftaydım.   Sabah  erkenden  kalkmış , bütün  gece  ders  çalışmaktan   şişmiş  gözlerimi  açmaya  çalışıyordum. Dersim  saat  10 gibi  başlayacaktı,  bende  akşam  yemeğimi  şimdiden  yaparsam  iyi  olur  diye  düşündüm  ve  yemek  pişerken  oğlumun  kahvaltısını  hazırlayıp  evden  çıktım. Akşam  üstü  eve  döndüğümde  yorgun  ve  açtım.  Birşeyler  atıştırdıktan  sonra  kanapeye  uzanma  ihtiyacı  hissettim  ancak  başımın  döndüğünü  de  farkettim .  Ben  dinlenmek  için  uzandığımda  oğlum  durumu  fark edip iyi  olup  olmadığımı ,  rengimin  bembeyaz  olduğunu  söyledi.  Ben  ise  o   arada  sol  kolumun  uyuşarak  parmaklarıma  kadar  hissizleştiğini  fark ettim.  Oğluma  kendimi  iyi  hissetmediğimi  yardım  çağırması  gerektiğini  zar  zor  söyleyebildim. Evde  oğlumla  yalnız  olduğumuz  için  bir  yandan da  korkmuştum.   Bir  an  kendimi  kaybettiğimi  hatırlıyorum  tekrar  gözümü  açtığımda  hastahanede  müşahade  odasındaydım.  Oğlum  o  küçücük  haliyle  evimizin  köşesindeki  taksi   durağına  gitmiş  ve  yardım  getirmiş.  Neyse  ben  müşahade  odasında  yatarken  doktorlar  ve  hemşireler  bir  yandan  koşuştururken  bir  yandanda  ‘  yazık  çok  gençmiş , oğlu  da  kapının  dışında  ağlıyor  yazık ‘  dediklerini  duydum.  Bir  an  içimin  parçalandığını  ve  bir  damla  gözyaşımın  sağ  yanağıma  döküldüğünü  hissettim  ancak  ne  gözlerimi  açabiliyordum  ne  de  konuşabiliyordum.  Sonra  birden  istem  dışı  dudaklarını  aralandığını  ve  büyük  bir  nefesin  ağzımdan  dışarı  çıktığını  algıladım.  Sonrası  benim  için  yaşanabilecek  çok  büyük  bir  tecrübe  idi.  Çünkü  artık  tüy  gibi  hafif  ve  mutluydum ,  tarifi  imkansız  bir  huzur  içindeydim.  Derken  bu  huzur  içerisinde  kendimi  masada , üzerime  bağlı  birçok  elektrotla  çırılçıplak  yatarken  gördüm.  Üstelik  dizlerime  kadar  morarmıştım ,  hemşire  ise  morgun  hazır  olduğunu  söylüyordu. Ben  ise  olan  biteni  film  seyreder  gibi  seyrediyor  ancak  anlam  veremiyordum. Ben  mutluydum , dünyaya  ait  hiç bir  kaygı , dert , ağrı  hiç bir şey  hissetmiyor , göremediğim  ama  duyduğum  sese  doğru  çekiliyordum.  Geçmiş , gelecek , şu an  hepsi  birdi  ve  ben  zamansız  bu  yerden  memnundum.  Dünyadaki  renklere  benzemeyen  her renkte  ama  bembeyaz bir ışık  her tarafımı  sarmıştı , silüetler  hissediyordum  ve  ben  artık  her şeyi  geride  bıraktığımın  farkında  ama  mutlu  gidiyordum .  Sonra  yanımda ki  ses  ‘oğlun  ‘dedi  ve  ‘geri dönmen gerekiyor ,  daha  vaktin  dolmadı , zamanı  gelince  tekrar  görüşeceğiz ‘  dedi.  Ben  ise  önce gitmek  istemedim  ancak  bir  anda  dünyaya  ait  bir  duyguyu  ‘  özlem ‘  duygusunu  hissettim.  O da  ‘ oğlum ve kızım’ dı. Birdenbire  korkunç  bir  şekilde   hızla  bedenime  geri  döndüğümü  ve  acı  içinde  bağırdığımı  hatırlıyorum.  Sonradan  anlatılanlardan  bana  elektro şok da  dahil  bir  dizi  işlem  yapıldığını  ancak  geri  dönmediğimi   ancak  son  bir  kez  daha  adrenalin  ve  şokla  nihayet  geri  geldiğimi  öğrendim.  Bu  olaydan  sonra  yaklaşık  5  gün  yoğun  bakımda  yattım.  Normal  odaya  geçtiğimde  beni  ziyarete  gelen  o günkü  hemşirelerle  konuştum.  Kendileri  anlattıklarıma  inanamadılar  ancak  kalbimin  duruğu  dakikalarda  duymamın  imkansız  olduğu  üstelik  tıbbi  terimlerle  beraber  anlattığımda  bunun  bir  mucize  olduğunu  söylediler.  Doktorum da  kurtuluş  tarihimin  ikinci  doğum  günüm  olarak  kabul  etmemi  ,  hayata  hoş  geldiğimi  söylediğinde  ne  kadar  ciddi  bir  deneyim  geçirdiğimi  anladım.

Sonuçta  kurtulmuştum  ve  doğuştan  kalp  hastası  olduğumu  öğrenmiştim.  Kalbin  yüzeyinde  yer  alan  LAD  ana damarımın   4 cm  lik  bölümünün  kalp  kası  içerisinde  gömülü  kaldığını  ve  tıkalı  olduğunu  öğrenmiştim.  Son  bir  yıldır  ise  ilaçlarımı  düzenli  kullanmama  rağmen  a ritmi  oluştu. Yani  gün  içerisinde  düzensiz  kalp  atışlarına  sahibim.  İlaçlarımı  yine de  düzenli  alıyor  yaşam  şeklime  , yediklerime,  uykularıma  dikkat  ediyorum.  Geçtiğimiz  Mayıs  ayında  ise  ameliyat  şansımı  yitirdiğimi, ameliyat  olmak  istersem  bile bunun  intihardan  farksız  olacağını  öğrendim. Kalbim  böyle  bir  operasyonu  kaldırmazmış.  Ama  olsun  ben  yine de  mutluyum  bir kere  ölümü  tattım  inşaallah  ömrüm  uzun  olsun. İşte  bu  yüzden  kötü  insanları  ve  kötülükleri  anlayamıyorum.  Gelip  geçen  şu  dünyada  sevgi  en  güzel  şey , hayat  sevgiyle  güzel.  Ben  diyorum  ki  ruh  ölümsüz  ama  bir  tane  ömrümüz  var.  Mutlu  olmaya  çalışarak  bu  bir tek  ömrümüzü  yaşayalım,  kimseyi  kırmayalım,  üzmeyelim , dünyalık  için  kavga  etmeyelim.     Hepinizi   ÇOK  SEVİYORUM   hoşçakalın , huzurla  kalın….

NUR  AÇAN

BİR ÖZGECAN VARMIŞ BİR ÖZGECAN YOKMUŞ….

Son  günlerde  içimde  tarif  edilmeyen bir  acı  ile yaşıyorum. İnsan olmak ve insanlık dışı olaylar karşısında aklın hudutsuzluğunu yaşamak. Nasıl bir iç güdüyle yapılabilir ki bu vahşet anlayamıyorum. Gencecik hayatının baharında ,kimbilir gelecekte ne toz pembe hayalleri olan bir evladımızdı Özgecan…Narin ve naif  bedeninde acılar  çekerken  ruhunda ki çığlıkları duyuramadan yaradanına gitti. Bir  hayvan  dahi  dişisine  bu  vahşiliği yapmazken  nedir  bu  erkek  müsveddelerinin  akıl almaz  piskopatlığı.?

Ben de bir anayım, benimde  her ana gibi  gözümden sakındığım evlatlarım var. Rabbim  cümle evlatlarımızı  kötü insanların  her türlü  şerlerinden  muhafaza  etsin. Maalesef  sadece  yurdumuzda  değil  dünyanın  her yerinde  yaşanan bu  vahşetin cezalandırılma  şekli de ülkelerin  hukuk  sistemlerine  göre  farklılıklar gösterebiliyor. Bir çoğumuzun olduğu  gibi  benim de fikrim  idam  cezasından yana. İdam cezasının en fazla uygulandığı ülkelerin başında Çin, ABD, Pakistan, Afganistan, Hindistan, Ortadoğu ve Arap Yarımadası ülkeleri ile Afrika ülkeleri geliyor.  Buna karşılık, dünyada kadınların statüsü üzerine en ayrıntılı çalışmaları yapan Woman Stats Project’in 2011 rakamlarına göre, dünyada tecavüzün en yaygın olduğu ülkelerin başında, yani birinci grupta ortalama her 100 bin kadından 60’ının tecavüze uğradığı Afganistan, Hindistan, Pakistan, Suudi Arabistan, Yemen, Irak, Suriye, Ürdün, İran, Sudan ve diğer Afrika ülkeleri geliyor.Sayılan ülkeler aynı zamanda Çin ve ABD dışında idam cezasının en yaygın olarak uygulandığı ülkeler. Woman Stats Project’e göre tecavüz ortalamasında ikinci grubu Çin, Vietnam, Laos, Tayvan, Güney Kore, Tayland gibi ülkeler oluşturuyor.Ancak başta Çin olmak üzere, bu ülkeler idam cezasının yine en fazla uygulandığı ülkeler arasında sıralanıyor.Nihayet ABD tecavüz ortalamasında üçüncü kuşak ülkeler arasında yer almakta. Ancak aynı ABD dünyada idam cezasının en fazla uygulandığı ülkelerin arasında ön sıralarda yer alıyor. Mersin’in Tarsus ilçesinde üniversite öğrencisi Özgecan Aslan’ın kaçırıldıktan sonra yakılarak öldürülmesi, son yıllarda giderek artan kadına şiddet vakalarında adeta bardağı taşıran son damla oldu. Aslan’ın katledilmesi onlarca kentte binlerce kişinin katıldığı eylemlerle protesto edildi. Siyasi partilerden spor kulüplerine kadar toplumun tüm kesimlerinden kadın cinayetlerini lanetleyen açıklamalar gelirken, tecavüz ve cinayet suçları için idam cezasının yeniden getirilmesi tartışılmaya başlandı. Adalet Bakanı Bekir Bozdağ Aslan’ın katil zanlıları için “En ağır cezayı alacaklar” derken, Twitter hesabından açıklama yapan Ekonomi Bakanı Nihat Zeybekçi ise “Özgecan Aslan gibi insanlığın katledildiği cinayetler için idam cezasını getirmeyi hassasiyetle tartışmamız ve getirmemiz gerekiyor” dedi. Zeybekçi’nin bu açıklaması sosyal medyada büyük yankı uyandırırken, binlerce kişi idamın geri getirilmesine destek verdi.

Maalesef  hayvanlardan daha  aşşagı  düzeyde bilince  sahip, ,ç güdülri ile  hareket  eden  hastalıklı bu  varlıklara   karşı  ceza  kesinlikle  idam  olmalıdır. Tecavüz ve  sistemli  işkenceden  sonra  gerçekleşen kadın  ve  çocuk  katilleri  için  idam  cezası  olmalıdır.

Bir  Özgecan  varmış  bir  Özgecan  yokmuş….Ya  gelecekte  olması  muhtemel benzer olaylarda ki kayıplarımız ne olacak.? En  azından olacakları  önleme ve  caydırma amaçlı bir an  evvel  hukuk  sistemimizde  gerekli  düzenlemelerin  yapılması  gerekmektedir. Allah geçmişte yitirdiğimiz  tüm  Özgecanlarımız  rahmet  eylesin,  ailelerine  sabır  ve dayanma gücü  versin. İnşallah  gelecekte de  bu  olayların  tekrarından hepimizi korusun.   Ben  inanıyorum ki   Yeni Türkiye de herşey  daha  güzele doğru  gidecek  ve  adalet kadın, çocuk ve masum  tüm  mağdurlar  için hakkaniyetle  uygulanacak…Sevgi  ve  dua  ile  kalın..

Nur  Açan

İSLAMIN KADINA BAKIŞI…

Bugün malum dünya kadınlar günü. Bu yazımda kadına şiddetten bahsetmeyeceğim , yüreğim ve  vicdanım kaldırmıyor. Kadın nedir ? İslamın kadına bakış açısı nasıldır ?  Bunları yazmaya çalıştım. İslamın kadını nasıl gördüğünü bilmeyen zihniyetlere bir parça ışık olur inşaallah..Önce kadını anlamlandırdığım kısa bir yazı ile başlıyorum…

Kadın ;güçlüdür

Hatta erkeklerden çok daha güçlüdür. Ama bu gücünü her zaman ortaya  koymasını sevmez. İster ki erkeğin gücü kendisine huzur versin. Kendi  kendine yapabileceği şeyleri bile erkeğin yapmasını bekler. Böylece hem  daha kadın olduğunu hissedecektir hem de erkeğinin ne kadar güçlü olduğunu  görecektir. Ancak kadını gücünü göstermek istediğinde onu  engelleyemezsiniz. Yapmak istediği bir şey varsa mutlaka yapar.

Kadın ;İçinde her zaman sevgiyi taşır.

Sevdiklerinden kolay kolay ayrılamaz.  Sevdiklerini kolay kolay. kıramaz. Zor sever ama tam sever. Bir kadının  tam anlamıyla sevebilmesi için yüreğinin kabul ettiğini beyninin de  kabul etmesi gerekir. Ve sevmezse de onu asla sevmeye zorlayamazsınız.  Belki kolayca yüreğine girebilirsiniz. Ancak beyninde yer etmemişseniz bu da sevgi değildir.

Kadın ; yalnızdır aslında.

Hiçbir zaman kadını bütünüyle elde edemezsiniz. Kendisine ait bir  dünyası vardır ve orada hep yalnızdır. O dünyaya kimsenin girmesine izin  vermez. Hiçbir anahtar o dünyanın kapısını açamaz. Yalnızlık onun  sığınağıdır. O sığınağa ne zaman gireceğine,ne kadar kalacağına hep kendisi  karar verir. Sığınaktayken oradan çıkmaya zorlarsanız onu sonsuza dek  kaybedebilirsiniz.

Kadın ;  hayattır aslında.

Çünkü hayatın içinde olan her şey ancak kadınlar olduğunda anlam  kazanıyor. Yemek yemek. su içmek bile. Bir kadının elinden içtiğiniz suyla  kendi kendinize bardağı doldurup içtiğiniz su arasındaki lezzet farkını  anlayabiliyor musunuz?

Anlıyorsanız ne mutlu size.  Anlamıyorsanız ne yazık ki yaşamıyorsunuz….Bu arada her kadın yuvasında çocukları ile mutlu ve huzurlu bir hayatın hayalini kurar. Bu hayalleri yıkılan kadınlar ise daha bir güçlüdür,sıkıca sarılırlar hayata.Ya da en azından öyle olmalıdırlar. Ben diyorum ki hemcinslerime ; imanlı,vicdanlı,merhametli bir eşiniz ve de çocuklarınız varsa dünyanın en şanslı kadınları sizlersiniz..Bu  şansa  sahip olamayan nice kadınlar var bir bilseniz !!!

Şimdi gelelim yüce dinimizin bizlere yani kadınlara bakışına..

 İslam dini, kadını yalnız bir yaratık olarak algılamamış kadına da erkekler gibi değer vererek toplumdaki değerini artırmıştır. Öyle ki İslam inancında:”Cennet annelerin ayakları altındadır.” Bu anlayışta cennete girmenin bir yolu da insanların doğmasına sebep olan kadınları/anneleri sevindirmek ve razı etmekten geçtiğini belirtirken bir anlamda da bu yol ile kadını yüceltmektedir.
          İslam dininin önerdiği hayat anlayışında muhatap olarak insan alınmıştır. Onun için İslam dininde kadın erkek ayrımı söz konusu değildir. İslam inancında kadın yaratılış itibarı ile erkeğe göre ikinci derecede bir değere sahip değildir. Zira İslam’da ilke olarak kadın- erkek fark etmeksizin insanların en değerlisi takvada en üstün olandır. 
           İslam’ın mukaddes kitabı Kur’an-ı Kerim’de farklı fizyolojik ve psikolojik yapıya sahip olan kadın ve erkekten biri diğerinden daha üstün veya ikisini birbirine eşit tutmak yerine birbirinin tamamlayıcısı olarak kabul edilmiştir. Nitekim Kur’ani buyruk şu mealdedir:” onlar sizin için bir elbise sizde onlar için bir elbisesiniz.” yani kadın ve erkek tabiri caizse bir elmanın iki yarısı gibi kabul edilmiştir.  Biri olmadan diğeri olmaz. Hz. Adem bütün insanların babası olduğu gibi Hz. Havva da insanların annesidir.
           İslam dininin kadına bakış açısını daha iyi anlamak için Kur’an-ı Kerimin inişinden önceki ve inişinden sonraki çeşitli toplum ve medeniyetlerdeki kadının durumuna bir göz atmamız gerekir.
           Bu medeniyetler etüt edildiğinde İslam’ın evrensel planda kadına kazandırdığı statü ve değer şüphesiz daha iyi anlaşılacaktır. Mesela: Eski Hind inancında kadın, yaratılış olarak zayıf karakterli kötü ahlaklı ve murdar bir varlıktır.   
           Budizm’in kurucusu başlangıçta kadınları kendi dinine kabul etmemiştir.
 İsrail hukukunda baba kızını satabilirdi. Ailede erkek evlat varsa kızlar mirastan faydalanamazlardı.
           Burada şu soru sorulabilir: Bugün İslam toplumunda da bu durum yok mu?
Evet, Müslümanlar arsında bu son madde var. Bu inkar edilemez bir gerçektir. Lakin şunu ayırmak lazımdır. İsrail hukuku gibi değil örfte olan bir durumdur. Bunu da İslam yasaklamıştır. İslam kadına miras hakkı tanımıştır. Yani kanunen yasak ama Müslümanların yanlışlığından kaynaklanan bir durum söz konusudur.
           Eski Yunanda koca dilerse karısını başkasına devredebilir. Kendisi öldükten sonra eşinin başkasına devredilmesi için anlaşma yapabilirdi. 
          Çinlilerde Kadın insan sayılmadığı için ona isim bile verilmezdi.
          Cahilliye Arapları kız çocuklarının ileride kendilerine utanç ve ar getirecek bir duruma düşmesinden kaygı duyduğundan yeni bir kız çocuğunun doğumunu utanç verici bir olay sayarlardı. Bunu önlemek için de kız çocuğu diri diri toprağa gömerlerdi.
Evrensel din İslam: “Çocuklarınıza haksız yere kıymayın” ayeti ile bu vicdansızlığa, son vermiştir.
         Günümüz yaşam dünyasında bu normal karşılana bilir. Gayet normaldir bir dinin yapması gereken denilebilir. Bunu günümüzde söylemek kolay: Ama 14 Asır evvel bunu görmek, yasaklamak, kız çocuğa yaşam hakkı vermek büyük bir olaydır. İslam, Kız evlat ile erkek evlat arasında hiçbir değer farkının bulunmadığını Nahl Suresi56-59 ayetlerinde ortaya koymuştur.
         İslam’da kadının fizyolojik açıdan erkeğe göre zayıf olduğu gerçeği kabul edilmekle beraber  “erkekler kadınlar üzerinde koruyucudur.”(Nisa34) ilkesi benimsenmiştir. Bu kuruma kadın için bir horlanma sebebi sayılmayıp aksine bu vesile ile erkeğe, kadını himaye etme, sevgi ve şefkat gösterme, ihtiyaçlarını karşılama gibi görevler yüklemiş.
               Bütün bunların ötesinde başta da ifade ettiğimiz gibi İslam kadına anne olması hesabiyle hiçbir medeniyette benzeri görülmeyen bir yücelik ve değer vermiştir. Cennete girmenin bir yolu da bu kutsal varlığı razı etmekten geçmektedir. Dahası 20. Asırda İtalya’da Mussolini kadınlara yüksek öğrenimi yasaklarken, Hitler kadınların Üç K’dan (kindar=çocuk, kuche=mutfak, kriche=kilise)  başka şeylerle uğraşmamasını istemiştir. Oysa İslam 14 Asır önce İlim öğrenmeyi erkeğe farz kıldığı gibi kadına da farz kılmıştır. İslam hukukunda bir insan olarak erkeğe tanınan temel insan hakları kadına da tanınmıştır. Hayat hakkı mülkiyet hakkı, kanun önünde eşitlik, canı, malı, ırzı, erkek gibi değerli kabul edilmiştir.  
             İslam’ın kadına tanıdığı bunca hak ve hukuk varken bilmeden ya da insanların dinle bağdaşmayan davranışlarını örnek göstererek İslam’a saldırmak, İslam dinini kadına karşıymış gibi göstermek haksızlık bir o kadar da insafsızlıktır.
             Bugün İslam toplumunda kadınlara karşı şiddet, zor kullanma, hak yeme, ikinci planda bırakma… gibi davranış ve düşünceler varsa İslam’ın değil Müslümanların yanlışı ve eksikliğidir.
                8 Mart kadınlar günü ile ilgili şunu da söylemek isterim ki: Bu gün de bir çok özel günler gibi ticari bir gayeden öte bir gün değildir. Kadınlara yılda bir gün tahsis edip onları bir günle avutmak bence adil bir davranış değildir. 
            Türkiye de elleri çalışmaktan nasırlaşan, yetim kalmış çocuklarını hayata hazırlamak için gecesini gündüzüne katan, özürlü çocuğunun okuması için okula kadar sırtında taşıyıp belini kıran kadınlar varken; çocuklarına bir bardak su dahi vermeden büyüten kadınları yılın annesi seçmek kadınlar gününü kutlayıp onlara jest yapmak değildir. Bilakis bu davranış bütün kadınlara haksızlıktır.  

Yazıma , Necip Fazıl Kısakürek’in  ‘KADIN ‘ adlı şiiri ile kapatmak istiyorum.

Kalıp değil bir fikir… 
Elmas sorguçlu fakir; 
Açıkta sırrı bakir; 
Kadın… 

Çölde kaçan bir serap; 
Yönü kementli mihrap… 
Madeni som ıstırap; 
Kadın… 

Dipsiz hasrete tuzak; 
En yakınken en uzak…. 
Tadı zehrinde erzak; 
Kadın… 

Bir işaret, bir misal; 
Ayrılık remzi visal… 
Allah’a yol bir timsal; 
Kadın…
 

 

HAYALLERİM VAR BENİM….

Etiketler

, , , ,

HAYALLERİM VAR  BENİM…

Bilmediğim  bir  zamanda ,bilinmeyen  bir devirde  var  olmak  isterdim,

Pırıl pırıl güneş  parlasın  baharda , karlar da  yağsın  isterdim  kış  aylarında,

Karanlıktan korkmadığım , yalnızlığa  karışmadığım  gecelerim  olsun  isterdim.

Yürekten  bağlandığım  dostlarımın  hep  yanımda  olacağı  çay  muhabbetleri  isterdim.

Sevdiklerimin  uzakları  yakın  eyleyip  ” ben  geldim”  diyeceği  anların  gelmesini  isterdim.

Sabrımın  karşılığını  bulup  şükrettiğim  her  anımda  gözümden  akan  yaşların  inci  tanelerine  dönüştüğünü  görmek isterim.

Bir  nefeslik  ömrümün ardından  Rabbimden , cennetteki  oğlumu göstermesini , ona  kavuşmayı isterdim. (  inşaallah )

Dertlerime   meşgul , sıkıntılardan  bunalmış  iken   hepsinin  bir rüyadan ibaret  olduğunu  görmek  isterim.

Dünya  gözüyle  huzuru  yakalayıp  mutluluğu  yaşamanın  ne  demek  olduğunu  tatmak  isterim.

Adaletli  bir  dünyada  insanca  yaşayıp  kuşlar  kadar  hafif, uçmak  isterim.

Bir  atım  olsun  bozkırlarda  dört  nala  saatlerce fırtına  misali  koşmak  isterim.

Bir  yunus  olup  okyanuslarda , selam  verip  diğer   balıklara  gemilerle  yarışmak  isterdim.

Zümrüdü Anka  kuşu olayım , Kaf  dağına  varayım , masal  prenseslerinden  biri  olayım  isterdim.

Dağlarda  açan gelincikler  olayım , mavi  bir  gülün  üzerine  yağan  bir çiğ  damlası olayım  isterdim.

Kimsenin  görmediği , hiç bir  ademin  duymadığı  sözleri  bileyim  isterdim…

Bir  yudum  mutluluğu   yakalayıp  kana  kana onu  içmek  isterdim….

Hiç bir dileğin  imkansız  olmadığı, iyi  insanların  uzun yıllar  yaşadığı , çocukların  ağlamadığı  bir  dünya  isterdim.

Evet  Hayallerim var benim, gece vakitleri asla gerçekleşemeyecekmişcesine içime atıp kanattığım , ama  asla  umudumu  da  yitirmediğim  hayallerim  var  benim…

NUR  AÇAN

10-12-2013  (  23: 20 )

BU GECE BENİM DOĞUM GÜNÜM….

Evet  ben , Aralık  ayının  beşini  altısına  bağlayan bir cuma gecesinde  doğmuşum. Karlı  bir  kış  gecesinde  annemin  sıcacık  kucağında  gözlerimi  dünyaya  açmışım.  6 Aralık  doğduğum gün ,  Mardinli  babadan , Muğlalı  anneden  olma bir küçük  kızın  dünyaya  geldiği  gün.  İsmimi  babam  daha  ben doğmadan rüyasında  görüp  koymuş. Doğumumdan  sonra da bizzat  kendisi kulağıma  adımı  okuyup  iki  rekat da  şükür  namazı  kılmış. Biz  ailede  iki  kız  kardeşiz ,  hiç  erkek  kardeş  ya da  ağabeyim  olmadı. Aileye  erkek  olarak  ilk  torunu  ben  dünyaya  getirmiştim.  Babacığım  nasıl  sevinip  bağrına  basmıştı  anlatamam. Ancak  takdiri  ilahi  ilk  erkek  evladım  vefat  etti. Küçük yaşımda  yüreğime  kazınan  ilk  acıdır  evlat  acısı.  Ve  ne  tesadüftür ki  merhum  evladımın  doğum  tarihi de  6 Aralıktı.

Ben  iki  yaşına  gelinceye  kadar  beni  rahmetli  anaannem  büyütmüş. Annem  ve  babam  çalıştığı  için  beni  rahmetliye  emanet  etmişler. Daha  sonra  bu  görevi  rahmetli  babaannem  devralmış. Bana  bildiklerini  öğreten, eğiten  tam  bir  anadolu  kadınıydı babaannem. Anadili  Arapça  olmasına  rağmen yarım  Türkçesiyle  bana her zaman  bir şeyler anlatmak  için  çabalayan  bir  kadındı. İkinci  yaşımın  sonlarında  acılı  yemeklere  alışmışım. Şu  an  ise  acısız  yemek  yiyemem  yavan  gelir. Yemek  yapmayı  , dikiş  dikmeyi , duaları  , namazı  ondan  öğrendim , en  güzel  masalları  ondan  dinledim , sevmeyi , hürmet  etmeyi  onunla  öğrendim , büyüklere ,küçüklere,  kocaya saygıyı , susman gereken  yerde  susmayı  öğrendim.  .Allah  mekanını  cennet  etsin. Bu  özellikler  huzur  ve  mutluluk  için  bu  devirde  yetmiyormuş  işte  bunun  sebebini  öğrenemedim.Ben  yine de öğrendiklerimden memnunum , bu  saatten  sonra da  zaten  değişemem.

Ahh  yıllar  nasıl da  geçiyor, bir  ömür  nasıl da tükeniyor. Ben  kendimi  bildim  bileli  ki  aynı  şeyi  babam  hala  söyler. Hep  aşırı  iyi  niyetli  ve  mülayim  oldum , hakkımı  almak  için  dahi  olsa  sesimi  çıkartamadım. Ne mi yaptım ?  Allaha  havale  ettim , ilahi  adalete güvendim.Kimse  için  kötü bir son dilemedim. Nasıl  olsa  herkes  ektiğini  biçer. Sevdiklerimin  üzüntüsü de  sevinci de   beni  her zaman  etkilemiştir.  Özellikle üzüntülü  ve  acılı  dönemlerinde neredeyse  onlarla  yas  tutar  hale  gelir , yardım  etmek  için  çabalar  dururum , elimden  geleni  de  yapmaya  çalışırım ,en  azından dualarımı  yollarım.   Bu  halimden  memnunum ,  iyi ki  böyleyim.  Tabiki  bu  iyi  niyetten  zarar  görmedim  değil.  Ama  önemli  değil  ,  Allah  benim  yüreğimi  biliyor.  Ben de  buyum  işte…Hayatımın  diğer  beni  etkileyen  olayda , boşanma  durumunda  dahi  haklarımın arkasında  duramadım. Neyse  benim  o  kişiden  kurtulmuş  olmam  bile  bir  nimettir.  Öyle  diyorum  çünkü  Allahın  beni  yine  koruduğunu  biliyorum. Yoksa  gördüğüm  şiddet  beni  çok  farklı  durumlara  sokabilirdi. . Her  şerde  bir hayır  vardır.

Bir  diğer  beni  ve  hayatımı  etkileyen  olay da ,2007 de  geçirdiğim  kalp  kriziydi. Ölümün  kıyısından  yaşamın içine  döndüğüm  bir  dönemdi. Üstelik  o  güne  dek  bilmediğim  doğumsal  kalp  rahatsızlığından kaynaklanan  bir  krizdi.  Allaha  şükür  Rabbim  beni  evlatlarıma  ve  ana-babama  bağışladı.

Bundan  sonra inşaallah  güzel  şeyler  olur , hakkımda  herşeyin  hayırlısını  diliyorum  bu  doğum  günümde. Öyle  dışarı  çıkıp  kutlamalar  abartmalar  bana  göre  değil , yarın  kendi  ellerimle  bir  pasta  yapıp  çocuklarımla  afiyetle  yemeyi  düşünüyorum.

Bu  yazıyı  yazmadan  az  önce  babamla telefonda  konuştuk , benden  bir  isteği  vardı. Bana  dedi ki  ” kızım  sen  doğduğunda  yine  bugün  olduğu  gibi  bir  Cuma  gecesiydi  ve  sen  tam 12:30  da  dünyaya  geldin. Bu  gece  tam da  bu saatte  doğum  gününü  iki  rekat  namaz  kılarak  geçir , Allaha  dua  ve  tespihte  bulun , senin  için  bunu  istiyorum ”  dedi.  Babam  ister de  ben  yapmaz mıyım ?  Zaten  benim de  içimden  geçen  buydu. Bu  gece  hayırlı  bir  ömür , huzurlu  bir  gelecek  için  dua  edeceğim.  İçim  bir  tuhaf  duyguyla  kaplı , bıraksam  hüngür  hüngür  ağlayacağım .  Niye  mi ?  Ailem  gurbette , oğlum  dedesinde ,  kızım  halasında  ve  ben  yapayalnız  Rabbimle  baş başayım. Buna da  şükür …Görelim  mevlam  neyler ,  neylerse  güzel  eyler  deyip   beni  okuyanlara   yürek  dolusu  selamlar  gönderiyorum.  Allaha  Emanet  olun….Bana  da  nice  sağlıklı  ve  huzurlu  yıllar…

DERSHANELER KAPATILMALI MI ?

Şu  an  ülke  gündeminde  olan bir  konu  var. Dershaneler  kapatılmalı mı? Yoksa  mevcut  düzene  devam  edilmeli mi?  tartışmasına  kendi  fikirlerim  ve  araştırmalarımla  naçizane  yorumlarımı  katmak  istiyorum.  Herkesin  ellerini  vicdanlarına  koyup  aklı  selim  bir  şekilde  düşünmelerini de  tavsiye  etmek  istiyorum. Kendi  düşüncemi  de  yazımın  başında  belirterek  nedenlerini  sonradan  açıklayacağım.  EVET  dershaneler kapatılmalıdır. 

Bunu  çocuklarımızın  ellerinden  aldığımız  hayatlarına , okul  ile  dershane  arasına  sıkıştırılan, bırakın  sosyalleşmeyi kitap  okumaya ,  hobilerini  geliştirmeye hatta  en  doğal  ve  gerekli  çocukluk  ihtiyaçları  olan oyun  oynamaya  dahi  vakitleri  olmayan  çocuklarımıza  borçluyuz.

Belli  bir  yaşın  üzerinde  olup da  ulusal  ve  uluslararası  platformlarda  belli  bir  seviyeye  ve  makama  gelenler  sanki  dershanelere  gittikleri  için mi  o  başarıları  kazandılar. Tabi ki  hayır.Yani  yüzde  kaçı  sizce  dershaneler  sayesinde Başbakan , cumhurbaşkanı , doktor  ya da  bilim adamı  oldular. Benim  yaşlarımda  olan  bir çok  insan da  eminim  ancak  lise  sonda  üniversite  sınavları  öncesi  dershanelere  gitme  imkanı  bulabilmişlerdir. İmkan  diyorum  çünkü  işin  bir de  maliyet boyutu vardı. Ben  memur  bir  babanın  kızı  olduğum  için  ailemin  o  bir  yıllık  dershane  ücretini  öderken  nelerden  kıstıklarını  ben  biliyorum.  Bir de  çocuklarının  gittikleri  dershaneleri  ballandırarak  anlatan  velilerin  kaç  tanesi  dershaneye  gitmiş  onu da  merak  etmiyor  değilim.

Hadi  eskiden  yani  benim  zamanımda  çoğunlukla üniversite  sınavları  için  dershanelere  gidilirdi.  Ya  şimdi öyle mi  ya ?  Çocuklar  ilkokulda  bir  başlıyorlar  at  yarışı  misali  lise  sona  kadar  koşturuyorlar.Bu  arada  birbirleri  ile  yarış  halinde  olan  çocuklara  ise  fikirlerini  dahi  soran  yok.  Ben  şahsım  adına  iki  nedenle  oğlumu  dershaneye  yollamadım.  İlk  neden  okuldaki derslerine yeterince çalışırsa başaracağına  olan inancım ikincisi  ise  maddi  nedenler. Oğlumu  dershaneye  yollamadım da  ne  oldu ?  Ne  olacak  okumadı mı ? elbette  okudu , hemde hiç  zayıf  not  getirmeden , oyunlarını da oynayarak , kitap  okuyarak , sokakta koşturup  terleyerek , üstünü  başını  kirleterek  yani  çocuk  gibi , olması  gerektiği gibi  hem  okudu  hem de  çocukluğunu  yaşadı. Şu  an  oğlum  Antalya’da uluslararası ilişkiler okuyor.

Gözden  kaçırılan  bence  en  önemli  husus, eski  öğretmenlerimizin  eğitim  aşkıçocukları  destekleyen, rol  model  olan ,öğretmek  için  çaba  harcayıp  hayatını  öğrencilerine  ve  eğitime  adayan  bundan da  yakınmayan  eli  öpülesi  öğretmenlerimiz..Bir de bugün  3 ay tatil  yapıp,yarım  gün  çalışan, aldığı maaşı beğenmeyip  devamlı  bundan  yakınan  öğretmenlerimiz.  Eskiden  öğretmen  olmak  bu kadar  cazip  değilken , bugün  bu  kadar  popüler  olmasının  nedeni  bu  zaten.  Hiçbir  işte  bu  kadar  maaşlı  tatil yapamazsınız  ve  yarım  gün  çalışarak  bu  parayı  alamazsınız. 

Dershaneler  kapanamaz, eğitim  merdiven  altına  iner  diye  feryat  edenlere  ve  dershane  sahiplerine  sormak  istiyorum; amacınız  gerçekten sadece  eğitime  sahip  çıkmak mı,kapanan  para  musluklarını  açmak mı ?  Dershanelerde  eğitim  veren  öğretmenler farklı  bir  eğitim  alarak mı  veya  farklı  üniversitelerden  mezun  olarak mı  eğitim  hayatına  atılıyorlar ?  Tam  tersine  dershane  öğretmenlerinin  çoğu  ya  formasyon  alamayan  ya da  atanamayan  öğretmenlerden  oluşmaktadır ki  burada  daha  iyi  bir  eğitimden  bahsetmek  imkansızdır. Kaldı ki , eğitim  sadece  sınav  ve  testlerden  ibaret  değildir., talim  ve  terbiyeyi  de  kapsamaktadır.  Sonuçta  dershanelerde ,  özel  okullarda veya  devlet  okullarında  eğitim  veren  öğretmenlerin  hepsi  aynı  eğitimi  almaktadır.  O zaman  eğitimdeki  farklılığı  başka  bir  yerde aramak  gerek.  Aksini  savunanlar  ve  eğitim  aşkı  ile  yanıp  tutuşan  dershane  sahipleri  o  zaman  devletten  belli  bir  bütçe  alarak  eğitimlerini  devam  ettirsinler  ve  dershaneler  parasız  olsun , tüm  öğrenciler  faydalansın.  Aileler de sıkışarak , fedakarlık  yaparak,  bir  yerlerden  kısarak  zora  girmesinler. Dershaneye  ayrılan  parayı da  çocuklarının  gelişimine , beslenmesine , sağlığına,  geleceklerine yatırsınlar.

Devletin  görevlerinden  biri de çocuklara  eşit  eğitim  hakkı  tanımaktır.  Şu  an da  hükümetimizin de yapmaya  çalıştığı  budur. Evet  dershaneler  kapatılmalıdır , bunu  kendimizi  değil çocuklarımızı  düşünerek  desteklemeliyiz.

Nur  Açan

BAYRAMIN ARDINDAN BAKAKALDIM…

      

Ramazan’dı  Kurban’dı  derken  bayamlarımız  geldi  geçti.  Ben  bayramları  ayrı bir  sever im. Gelişiyle  sevinip  gidişiyle hüzünlendiğim  özel  günlerdir  bayramlar.   Yüce  Rabbimin  islam  aleminde  müminlere  birer  hediyesi , lütfu  ve  birlik  beraberlik  ruhunu  hissetmemizi  sağladığı  özel  günler  olarak  algılarım.  Allahın  farzını  yerine  getirmiş  olmanın  huzuru , sevabını  yaradandan  umarak  huşu  içerisinde  yapılan  ibadetleri  ile  bayramlar  değerlidir  ve  öyle de  olacaktır.

Geçtiğimiz  Kurban  bayramına  gelince , yine  çocuklarımla  beraber  huzurlu  ve  sakin  bir  bayram  yaşadık.  Maddi  durumlardan  dolayı  bu  sene  kurban  farzımı   yerine  getiremedim.  Bu  yüzden  burukluğunu  yaşamadım  değil.  Neyse  inşaalah  seneye  nasip  olursa  bu  farzımı  eda  etmeyi  isterim.  Allahtan  çocukların  dedesi  ve  babaannesi  de  Antalya’ da.  Hiç  olmazsa  bayramın  ilk  günü  kurban  kesiminde  akrabaları  ile  birarada  oldular.  Bunları  neden  anlattığıma  gelince :  Dinimiz , geleneklerimiz ,  kültürümüz   bayramlarımız  ve  bunların  önemi  çocuklara  ailede  öğretilir.  En  iyi  öğretme  şekli  de  yaşayarak  ve  yaşatarak  öğretmedir.  Ben  anlatıp , yaşatmazsam  onların da  çocuklarına  öğretecek  bir şeyleri  olmaz  diye  düşünüyorum.  Bu  bir  silsiledir ,  geleceğe  emanetlerimizdir.   Bu  bayramda  da  diğer  bayramlarda  olduğu  gibi  üzüldüğüm  bir  konu  daha  var. Bayram   ruhunu  unutup da  akraba,  eş  dost  ,  komşu  ziyaretini  es  geçip  tatile  gidenlere  üzüldüm. Tabi  Kim, nerede, nasıl bir bayramı kutladı, zamanını nasıl geçirdi, bilmiyorum; ama herkesin kendince, inançları ve inandıkları ölçüsünde bu bayram günlerini değerlendirdiği muhakkak.

 

Herkesin kendince uygun gördüğü bir şekilde kutladığı bayramın bir sonrakine kavuşulur mu bilinmez; Ama  ben  yine  özlemlerimin , hayallerimin  ve  bir  bayramın  daha  ardından  bakakaldım.

Bir daha ki  bayrama ,  bayram  yazılarında kavuşmak  dileği  ile  Allaha  emanet  olun.

Nur  Açan

EY ÖLÜM SENİ HAYAL ETTİM BU GECE…

Hazan  mevsiminde yaprak  dökümü  misali  ölüm  haberlerini  sanki  daha  sık  duyar  olduk. Ölüm; canlı varlıkların hayatiyetinin son bulması ve her canlının er veya geç karşılaşacağı, ondan ayrı düşünülemeyen olayı ifade eden kavramdır. Ölüm  insan  hayatının  en  önemli  ve  değişmez  yasasıdır.

Dünya hayatının sonu olan ölüm gerçeği, her insanı ilgilendirdiği hâlde çok az hatırlanır ve konuşulur. Her seferinde kendi üstümüze kondurmadan ve hayatımızdan uzak tutarak, başkasının ölümü üzerinden gördüklerimizle, hatırladıklarımızla bahisler eder, sohbetler yaparız.

Bu  yazımda  ise  sizlerden kendi  ölümünüzü  ve   cenazenizi  düşünmenizi  istiyorum.  Ben  yaptım , düşündüm  ve  hayal  ettim.

bunları düşündüğünüzde dünyadaki yerinizi, dünyayı terkettiğinizde oluşacak boşluğu, sevdikleriniz ve sizi sevenler için öneminizi anlayacaksınız…
O andan geriye dönme şansınız olmadığını, hayat denen kredinizin bittiğini ve onlara yanıt verme şansınız olmadığını düşünün…
Tekrar sarılma, bir kez daha öpme ihtimalinizin bittiğini hissedin…
Dünyadaki küslüklerin, ayrılıkların, kavgaların yanında bu acının ve geri dönülmezliğin korkunç çaresizliğini yaşayın…
Bırakın canınız yansın, bırakın alevler içinde kavrulsun tüm ruhunuz…
Orada, o musalla taşında düşünün kendinizi…
Seyredin şu an çevrenizde olanların yüz ifadelerini…
Akıllarından ve yüreklerinden geçen cümleleri hayal edin…

 Oğlumu, kızımı , annemi, babamı, kardeşimi , sevdiklerimi ve diğer tüm
çevremi oturttum tek tek kendi cenaze törenimdeki yerlerine…
Birer birer yerleştirdim tabutumun çevresine hepsini…
Hayatımda çok nadir bu kadar canım yanmıştı… Evlatlarım ağlamak  kan  oturmuş  gözleriyle  bakıyorlardı, babam  dualar  ediyor , annem  sırası mıydı  kızım  biz  dururken  diyorlardı. Oysa  ölüm  gence , yaşlıya  bakmazdı.  Daha  yapacak  çok  işim  varken , çocuklarıma  doyamadan , sevdiklerime  yeterli  ilgiyi  gösteremeden gitmiştim  işte…Kardeşim , ailem  herkes  perişan..arkamdan  bakakaldılar , dillerinde bir  fatiha  ,yüreklerinde  özlemle  kalakaldılar…Biraz kendime geldikten sonra devam ettim hayatımın en zor hayaline…
Sırada çevremdekilerin ölümümün akabinde neler söyleyecekleri vardı.. Usulen ve nezaketen söylenenlerin dışında…
Onlarda bıraktığım izleri, yaşananları ve yaşanamayanları elden geçirerek ben konuşturacaktım hayalimde…
İçlerini okuyacaktım, senaryo bana ait olarak…
Yaşarken neler yazmıştım, ölümümle neler okuyacaktım…
Gerçek duygularıydı ulaşmaya çalıştığım, ölüm acısının etkisiyle girilen duygusal mod değildi, deşifre etmem gereken metin… Babam-annem,o bugüne kadar evlat olarak mutlu edecek hiçbir şey yapamamanın acısıyla kahrolduğum güzel insanlar…
Helaldi şüphesiz hakları…Bilerek hiç kırmamıştım onları…
Üzerine titredikleri evlatları onlardan önce göçmüştü işte önlerinde ve dualarına muhtaçtım…. Kızım daha çok genç , ileride  düğününde olamayacaktım  tıpkı  henüz  küçük  olan  oğlumun  askerliğini  göremeyeceğim  gibi. Tek kardeşim  ablasından  sonra kendisini  biraz zor  toparlardı  çünkü  o  benim  kardeşten  öte  sırdaşım  dostumdu. Sevdiklerim  ise  sitem  ediyorlardı: Sensizliğe  nasıl  dayanırım , özleminle  nasıl  baş  ederim…. Lafı çok uzattım farkındayım…
Ben o gün kurduğum o hayalle,canımın tüm yanmasına rağmen YENİDEN DOĞDUM… Bilgisayar diliyle “format attım hayatıma”…
Sahip olduklarımın farkına vardım ve hala nefes alıyor olduğum için şükrettim…
Gözlerimi açtığım anda o kötü ve acı sahne bitmiş, oyun perde demişti…
Peki ya hayal değil de, gerçek olsaydı ve perde bir daha açılmamak üzere kapansaydı…

Bu duruma ibretle bakıldığında, insan neler düşünmez ki: “Şu anda benimle onun arasında ne fark var? O tabutun içinde, ben ise dışındayım. Daha düne kadar beraberdik, bu gün ise o gidiyor, demek ki yarın ben de gideceğim. Aradaki tek fark, şu anda hayatta olmam. Bu da benim için büyük bir şans. O zaman uyanmalıyım, amel defteri kapanmadan tövbe edip Allah(c.c.)’tan mağfiret dilemeliyim.” deyip ibret almalıdır.

Hazan mevsimiyle şiddetli bir fırtına gelir ve mevsimin kirlerini, döküntülerini uzaklara savurur. Cahit Sıtkı TARANCI ölüm hakkındaki endişesini şu mısralarıyla dile getiriyor:

Nereden çıktı bu cenaze? Ölen kim?

Bu kaçıncı bahçe gördüm tarumar

Neylersin ölüm herkesin başında

Uyudun, uyanmadın olacak

Kim bilir nerede, nasıl, kaç yaşında?

Bir namazlık saltanatın olacak

Taht misali o musalla taşında

Nur  Açan

 

28 ŞUBATTA NELER OLDU ?….

Bilindiği üzere 28 Şubat darbesiyle ilgili iddianame, Ankara 13. Ağır Ceza Mahkemesi tarafından kabul edildi. TMK’nın 10. maddesiyle görevli Ankara Başsavcı Vekilliği’nin hazırladığı iddianamede 103 kişi, eski TCK’nın 147. maddesinde belirtilen ‘Türkiye Cumhuriyeti hükümetini cebren devirmeye, düşürmeye iştirak’ ile suçlandı. Daha  sonra  MGK Genel Sekreterliği, 28 Şubat 1997 tarihli toplantının tutanaklarını Ankara 13. Ağır Ceza Mahkemesi’ne gönderdi. 

Naip hakimlerin belgeleri okuyarak hazırladığı tutanağa göre, ‘irtica’ya karşı alınması gereken tedbirler listesi okunurken Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel, ‘Kur’an kursları ve imam-hatipler kapatılıyor’ imajı oluşturulmamasını istiyor. Laiklik ilkesinin Türkçe ezandan vazgeçilmesiyle zedelenmeye başlandığını öne süren Genelkurmay Başkanı Orgeneral İ.Hakkı Karadayı ise ‘darbe uyarısı’ içeren ifadeler kullanıyor. Bunlar  yargı  dahilinde gelişen  hukuki  sürecin  ayrıntıları. Peki  28  şubatta  neler  oldu ?  Darbeye giden  yolda  yaşananlar  neydi ?  Ben  birazda  olayın  bu  yönlerini  hatırlayalım  istedim.

İmam hatiplerin orta kısmı kapatıldı, başörtülü öğrenciler okul önlerinde ağlatıldı.

On binlerce kız öğrenci üniversite kapısında geri çevrildi. İkna odalarına alındı, aşağılandı. Öğrencilere destek için gösteri yapanlar, devlete karşı ayaklanmayla suçlandı, sindirildi.

Yapılanları meşrulaştırmak için; aslında İslam’da baş örtüsü diye bir şeyin olmadığı bunun Arap adeti olduğu söylendi ekranlarda.

Sağduyulu insanlar; ‘’ …Allah yolundan alıkoyan ve onu eğip bükmek isteyen zalim ler’’ (Araf 45)den olmayın dediler, ama onlar dinlemediler.

‘’İrtica bir numaralı tehdit!’’, denilerek dindarların bölücülerden daha tehlikeli olduğu açıklandı. Zira her dindar insan bilir ki irticadan kasıt, dindarlıktı.

Başbakan’a toplantı koridorlarında omuz atıldı.

Düşük rütbeli bir asker, Başbakanın hanımına küfretti.

Özel bir okulu denetleyen subay, bayan öğretmenin saçlarını çekerek peruk kontrolü yaptı.

Ekranlarda sahte din adamları yanlış fetvalar vermeye başladı.

Sağduyulu insanlar; ‘’Artık bundan sonra her kim Allah’a karşı yalan uydurursa, işte bunlar, zalimlerin ta kendisidirler.’’(Al-i İmran 94) dediler ancak onlar bildiklerini yaptılar.

Minarelerden okunan ezanın sesine ayar yapıldı.

Özel Kur’an Kurslarına baskınlar düzenlendi imi yurtlardaki Kuran-ı Kerim’ler suç delili olarak toplandı!

Kuran kursları kapatıldı. Kuran öğrenimine yaş sınırı getirildi. Camilere çocuklarını erken gönderenler, çıkarılan yasalarla tehdit edildi.

Okul yurtlarında ‘’Allah’ımıza hamd olsun!’’ diye yemin eden öğrenciler ‘’Tanrı’’ demediği için tokatlandı.

Sağduyulu İnsanlar; ‘’ Allah’ın mescidlerinde O’nun adının anılmasına engel olan ve onların harap olmasına çalışandan daha zalim kim vardır! Aslında bunların oralara ancak korkarak girmeleri gerekir. (Başka türlü girmeye hakları yoktur.) Bunlar için dünyada rezillik, ahirette de büyük azap vardır.’’(Bakara 114) diye uyardılar ama onlar dinlemediler.

Bazı siviller rütbe takıp diğer sivilleri tehdit etmeye başladılar.

Sahte din adamları türetildi onların ahlaksızlığı ekranlara getirilerek,’’ inançlı insanlar zalimdir, ahlaksızdır’’ mesajı verilmek istendi.

Sağduyulu İnsanlar; ‘’ Allah zalim leri iyi bilir.’’(Bakara 95) bu oyunlardan vazgeçin dediler ama onlar dinlemediler.

Kadın bir gazeteci muktedir ‘’Bir’’ine; ‘’Paşam fırsat bu fırsat bu kez bunlara acımayın, köklerini kazıyın!’ dedi.

Sağduyulu insanlar; ‘’ … Söyler misiniz; size Allah’ın azabı ansızın veya açıkça gelirse, zalim toplumdan başkası mı helâk olur? ‘’ (En’am 47) dediler, ancak onlar duymadılar.

Kimi Hocalar, yurt dışına sürgün edildi, sonra da ajan damgası vuruldu. Kimi hocalar ülkesini terk etmek zorunda kaldı ve gittiği ülkede şüpheli kazada hayatını kaybetti.

Sağduyulu insanlar; ‘’yapmakta oldukları kötülükler sebebiyle zalim lerin üzerine gökten acı bir azap in..’’ er (Bakara 59) diye uyardılar ama onlar dinlemediler.

‘’Bizim İskender’’ denilen subaylar, ordudan atıldı.

Bir özel dershane müdürüne düşük rütbeli biri; ‘’Aslanım şu halk sizi sevmese biz sizi sinek gibi ezeriz!’’ dedi.

Bir hemşire, başka bir hemşirenin başörtüsünü kameralar önünde savurup attı.

Bankaların başına kudretli insanlar getirilerek bankalar paşa paşa soyuldu. Boşalan bankaların faturası çoğunluğu inançlı olan ve tehlike görülen halka kesildi.

İnançlı insanlar tahrik edildi, kökleri kurutulmak için isyana zorlandı.

Sağduyulu insanlar; ‘’Zulüm yüklenenler, perişan olur’’ (Taha,111) diye zulmedenleri uyardılar ama onlar dinlemediler.

Bütün bunlar olurken sağduyulu insanlar bunların zulüm olduğunu söylediler durdular sürekli. Zulmün daim olmayacağını söylediler. Kimi sabretti, zulmün biteceği günü bekledi.

İnançlı insanları isyana zorlayamayanlar ‘’bu süreç bin yıl sürecek’’ diyerek sabırları zorladılar.

Sağduyulu insanlar; ‘’…Elinizden geleni yapın! Ben de yapacağım! Yurdun (dünyanın) sonunun kimin lehine olduğunu yakında bileceksiniz. Gerçek şu ki, zalim ler iflah olmazlar. ‘’Enam,135) diye uyardılar ancak onlar dinlemediler, söylenenlere inanmadılar.

28 Şubat sürecinin bazı aktörleri tutuklanmış.

‘’Uyarılanların âkıbetinin ne olduğuna bir bak!’’ (Saffat, 73)

Biz de ‘’Bu süreç bin yıl sürecek’’ diyen ve şimdi yargı önünde hesap vermeye hazırlanan 28 Şubat’çılara soralım:

Sağduyulu insanlar bunca şey söylediler inanmadınız.

Eee ne oldu?  Tabi ki  hiçbir  suç  cezasız  kalmaz.Alınan  onca  ahın  bir  vebali  vardır. İslam  gericilik  değildir. Aksine  Her zaman her devirde vahşetten medeniyete geçmek İslamiyet’in eliyle olmuştur. Çünkü insanı yaratan Allah İslamiyet’i göndermiştir. Aklını yitirmemiş kötü alışkanlıkları olmayan her insan İslamiyet’le bütünleşebilir. İslamiyet, gerici bir din olmadığı gibi, her devirde üstün insan yetiştiren bir dindir.

Sakin hayat denizinde yol alan İslam gemisi, zaman zaman fırtınaya tutulacaktır. Tâ ki gaflete dalanlar uyansın, uyanıklar ise hizmet için ayağa kalksın!.. 

Nur  Açan

ADNAN MENDERES NEDEN İDAM EDİLDİ ?

Etiketler

, , , , , , ,

   

Şehit edilişinin 52. yılında rahmetle andığımız Adnan Menderes yalnız mazlumluğu ile değil, çalışkan bir başbakan, usta bir polemikçi ve sözünü budaktan esirgemeyen bir hatip kimliğiyle, en önemlisi de yakın geçmişe ilişkin cesurca değerlendirmeleri olan bir siyasetçi ve düşünür kimliğiyle de hatırlanmalıdır.

Uluslararası oyunun Türkiye uzantılarından biri de 27 Mayıs darbesidir. Demokrat Parti iktidarı; bir takım söylem ve eylemlerle, Siyonist Yahudi ve onun içerdeki işbirlikçilerini sıkıntıya soktu. Bunun sonucunda da idamlar geldi.
Adnan Menderes yakın tarihin, halk tarafından en çok sevilen liderlerinin başında gelmektedir. Arkasına geniş halk desteğini almasına rağmen Menderes niçin idam edildi? Ülkede her şey yolunda giderken, Menderes nasıl bir suç işledi ki, darbe ile devrilerek idamla sonuçlanan bir işkence sürecine sokuldu.
Adnan Menderes’i idamına götüren “Bebek” ve “Köpek” davaları mıydı? Elbette değildi. Menderes ve arkadaşlarını idama götüren, milli ve manevi değerlere yakın ilgi duymalardır. Adnan Menderes’i idama götüren nedenleri Menderes’in kendi beyanlarından dinleyelim.

* * *
Menderes diyor ki:
“Ben Müslüman’ım! Müslüman olduğumdan da şeref duyuyorum. Müslümanlığın çağdaşlaşması için çalışmalarımız var. Açtığımız okullar bunun delilleridir. İslâm dininin büyüklüğü, insani yönü, adaleti, ilmi ile en mükemmel dindir…”
Adnan Menderes diyor ki:
“Türk milleti Müslüman’dır! Müslüman kalacaktır. İslamiyet’in bütün icabeti vatandaşlarımız tarafından tam bir serbestliğin içerisinde icra olunacaktır.”

* * *
Adnan Menderes diyor ki:
“İnkılâp kanunları halk tarafından benimsenmemişse, jandarma zoruna dayanacaksa, milli vicdanın hilâfına olan bu kanunları kaldırmak, demokratik idarenin başta gelen vazifesi olmak icap eder.”

* * *
Adnan Menderes, daha birkaç aylık başbakandır. İlk icraatlarından biri milletin sabırsızlıkla beklediği minarelerden aslına uygun ezan sesi duymaktır. Menderes gerekli kanuni düzenlemeyi yapar ve on beş yıl aradan sonra 17 Haziran 1950 günü ezan ülke semalarında Bilal–i Habeşi’nin okuduğu lisan üzere okunur. O gün Ramazan ayının ilk günüdür. Yıllar sonra minarelerden ezan–ı Muhammedi orijinal hali ile bir mübarek günde duyuldu.
Bu hadise çoklarını rahatsız etmişti. Başta da cumhurbaşkanı Celal Bayar’ı…

DARBE ŞARTLARINI
HAZIRLADILAR
Rahmetli Menderes’in söylem ve icraatları malum mihrakları harekete geçirdi. Siyonist Yahudi ve onların içerdeki işbirlikçileri ve yardakçısı olan mason locaları harekete geçti.
27 Mayıs darbesinin önemli isimlerinden biri olan Orhan Erkanlı’ya kulak verelim:
“İhtilal yapacak olan teşkilatın kuruluşu 1955 yılıdır.”
1955 yılında Türkiye’de darbeyi gerektirecek bir hâl var mıydı? Ülkenin dört bir yanına huzur ve güven ortamı hâkimdi. Köylüler, işçiler ve geniş halk kitleleri hayatlarında ilk defa para yüzü görmüş, hakkını arama imkânı bulmuş, kısaca insan olduğunu anlamıştı. İnsanlar mal ve can güvenliklerinin sağlandığını hissettiler. İlginçtir böyle bir ortamda darbe hazırlığına başlandı.
Orhan Erkanlı: “1956 yılına gelindiğinde ordunun içinde bir sürü gizli kuruluş olduğundan şüphem yoktu.”
Birçok darbe teşkilatı, kime ve niçin darbe yapılacak. Ülkenin iyiye gitmesi birilerinin işine gelmemiş olacak ki, çok sayıda darbe organizasyonu oluşturuldu.

ADNAN MENDERES’İN
İDAMINDA SİYONİST MASON VE ABD’NİN ROLÜ
Adnan Menderes’in istedikleri gibi olmadığını gören Siyonist Yahudi ve yandaşları darbe için düğmeye bastılar. Gelişmeleri yabancılardan dinleyelim. İspanyol tarihçi ve araştırmacı Prof. Miguel Angel Cabrera:
“1960’a kadar ABD için Türkiye’de her şey iyi gitti. Ama Washington Menderes Hükümetinin ABD’den koparak kendi ekonomik bağımsızlığını kazanmayı hedeflediğini öğrenince duruma müdahale etti ve Gürsel ABD’nin planladığı bu darbeyi kanlı bir şekilde gerçekleştirdi. (..) Bu tarihten sonra da Washington, kendi politik ve ekonomik menfaatleri nedeniyle birçok ülkede sık sık askeri darbe yaptırdı.”
Siyonist Yahudi ve ABD’nin oyununa alet olanlar, ülkeye hizmet ediyoruz, vatan millet edebiyatları ile aslında Siyonist Yahudi ve ABD çıkarlarına hizmet ediyorlardı.
Hiç şüphe yok ki, 27 Mayıs darbesini gerçekleştiren subayların içinde vatanperver, milletini çok seven insanlarda vardı. Ne yazık ki sağlıklı düşünemediler ve vatana millete hizmet ediyoruz zannı ile Siyonist Yahudi ve ABD’ye hizmet ettiler.
Bu sadece 27 Mayıs’a mahsus değil, bütün zamanlar için geçerlidir.

  17 Eylül 1961 günü İmralı’da idam edilen Menderes, bir siyasi düşünür olarak henüz incelenmiş değildir. Onun konuşmaları bir külliyat halinde yayımlandığı zaman yalnız hitabetiyle değil, düşünür ve siyasetçi kimliğiyle de yakın tarihimizde durduğu yeri daha sağlıklı bir şekilde değerlendirmek imkânına kavuşacağımızdan eminim.